Makaleler

Türkiye Modeli: Yontulmuş faşist diktatörlük

Tunus’tan başlayıp Mağrip turundan Suriye’ye kadar taşınan isyan dalgası, diktatörlükleri sarsmaya devam ediyor. Uyanan devi, uyuşturmaya ne son tavizleri yetiyor, ne de son salvoları. Ezilen halk kitleleri, kendilerinde içkin olan yıkıcı gücü fark edercesine bir direniş ve isyan ağı örmeye devam ediyor.

Komşu coğrafya halklarının birbirine neredeyse aynı derecede olan benzer kaderleri değişimin arifesinde gündoğumunu bekliyor. Ekmek, hürriyet ve adalet talep eden kitlelere pervasız bir şiddetle boyun eğdirmeye çalışan despotlar da benzerlerinin kaderine yaklaşıyor kaçınılmaz olarak. Bin Ali’nin apar topar kaçışına Mübarek’in dâhil olması sadece sayılı günler içinde gerçekleşmişti bile. Şimdi sıra Kaddafi, Esad ve diğerlerinde.

Mağrip ve Arap yarımadasını sarsan isyan günlerinde, bölgenin diğer diktatörlüklerinden esaslı farklar taşımamasına rağmen AKP ve Tayyip üzerinden TC’ye güzellemeler yapılması, dalganın ülkemiz egemenlerinde yarattığı korkuyu da ifşa etmiş oldu. Bölge ülkelerine kıyaslamayla ülkemiz demokrasisine methiyeler dizilerek, sistem kutsandı defalarca.

Türkiye’nin model ülke olduğu teması, sisteme akıl hocalığı, yardakçılık yapan kalemlerce defalarca işlendi. Bölge halklarında güçlü olan radikal İslam eğiliminin, bölgeye yönelik emperyalist planlar karşısında problem oluşturma etkisinin yok edilmesi, ya da en azından azaltılması için Türkiye’nin bir model olarak konumlandırıldığı bir gerçeklik arz etmektedir. Bilhassa Irak işgali öncesinde AKP’nin, tek başına hükümet olmasının sağlanması tesadüf olmadığı gibi gayet sistemli bir plan dâhilinde devreye konulmuştu.

28 Şubat muhtırasıyla yontulmuş Milli Görüş’ten, ılımlı İslam temsilcisi AKP’nin türetilmesi, BOP ve sonrasında GOP projeleri kapsamında düşünülmüştü. Ancak Irak’ta bu plan tutmadı. Hatta bölgenin diğer ülkeleri bakımından da bu plan tutmadı. O halde, model, neyin modeli?

İsyan dalgasının durmak bilmeyen protestolar şeklinde zuhur ettiği ülkelerde bilhassa çok partili bir rejimin olmayışından hareketle, muhalefetin ve bununla ilişkili olarak demokrasinin olmadığı vurgulanmaktadır. Bu önermeyle, Türkiye’de muhalefet ve demokrasinin varlığına işaret edilmektedir. Oysa bilmekteyiz ki, muhalefet odakları olarak ileri sürülen CHP ve MHP gibi partiler sistem açısından muhalif hiçbir karakter taşımamaktadırlar. Asıl muhalefet odakları olan devrimci ve yurtsever hareketler ise faşizmin şiddetiyle her an karşılaşan bir ortamda faaliyetlerini örgütlemektedir.

Çok partili rejim, faşist diktatörlüğü gizlemenin başlıca aracı olarak sahneye sürülmüştür. Kitleleri, asıl muhalefet odaklarından mümkün olduğu kadar uzak tutabilmek için tutulan bir yoldur bu. Zira kitlelerin yıkıcı gücünün muhalefet ettiği hiçbir sistem ayakta kalamamıştır, kalamayacaktır da. Bu yüzden kitlelerin yedeklenmesi gereği için egemenler, bütün sistemlerini kitlelerin başkaldıramayacağı koşullar çerçevesinde kurmak ihtiyacını her daim hissetmek zorunda kalırlar. Sahte muhalefet partileri, dernekler, düzen medyası, ordu, polis ve bütün manipülasyon araçları bu amaca özgülenmiştir. Bu amaç, sistemin sürdürülebilmesinden başka bir şey değildir.

Külhanbeyi edalarıyla uluslararası platformlarda arzı endam eden bir başbakanın varlığı da tesadüf değildir. Hatta bu eda, emperyalizmle olan göbek bağını, İsrail’le olan sıkı ilişkileri göz ardı etmeye hizmet etmektedir. Bölge halklarına model olarak sunulan işte bu sahte kabadayının boş efelenmelerinden başka bir şey değildir.

Sömürüyü katmerleştirdiği halde kitlelerde yarattığı sempati sayesinde ömrünü uzatan kan emici bir lider, onun başbakanlık ettiği bir sistem, bir model.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu