Makaleler

“İLERİ MİLLİ ŞUUR” DÜZENİ

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında ortaya saçılanlar ve verilen tepkilerden hareketle İslamcı geçinenlerin “Yeni Türkiye”sinin çöktüğü, gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. “Yeni Türkiye”nin çöküşünden bahsederken, bunun aslında İslamcı fikriyatla yola çıktığını söyleyen ya da daha doğrusu İslamcı söylemle iktidar olanların gerçekte, -tıpkı Kemalistler gibi- bir sınıfın temsilcisi ve çıkarlarının savunucusu olarak ortaya çıktıklarını, bunun da “Eski Türkiye”yle temelde aynı anlama geldiğini ifade etmek gerekir. “Yok birbirlerinden farkları” ifadesi farklı söylemlerle iktidarlarını meşrulaştırıp hegemonya kuranların gerçekte aynı sınıfların çıkarlarına hizmet ettikleri anlamına gelmektedir. Bugün T. Erdoğan’ın başarılı olması, onun bir tüccar gibi malını en iyi şekilde pazarlamasına benzemektedir. Yoksa hepsi aynı dükkanın çığırtkanları/değnekçisidir.

Yerel seçimleri kendisi için bir “istikbal mücadelesi”ne dönüştüren Erdoğan’ın “başarısı”, beraberinde öteden beridir dillendirdikleri “yeni Türkiye”nin, “AKP faşizmi” ya da “Erdoğan’ın otoriterleşmesi” olarak tanımlayanların seslerinin daha da artmasını getirdi. Kendisine devrimciyim diyenlerin de aralarında olduğu geniş bir kesim, Türkiye’de adeta bir “ara rejim” uygulandığı ve “Erdoğan’ın diktası” olduğu görüşünde birleşmiş durumdadır. Buna gerekçe olarak, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sırasında uygulanmayan yargı kararları, twitter-youtube yasakları, mahkeme kararına rağmen durdurulmayan yeni başbakanlık binası vb. vb. örnekleri veriliyor. Anayasa Mahkemesi’nin twitter kararı Erdoğan tarafından “milli şuura” uygun olmadığı için şiddetle eleştiriliyor. Dünün “kahramanı” (Ergenekon kararı) Anayasa Mahkemesi bugünün “düşmanı” (paralel yargı) ilan edilip kararına “saygı duymak zorunda değilim”le hedefe konuluyor. Bu örneklerden hareketle Türkiye’de bir otoriterleşmeden bahsediliyor. Bu çevrelerin en azından bir kısmının tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bu “diktatörlükten kurtulma mücadelesi” vereceklerini şimdiden söyleyebiliriz.

TC devleti kuruluşundan itibaren “milli şuura” göre düzenlenmiştir. İşçi sınıfına ve emekçi halka yönelik saldırılar, Ermeni, Rum, Süryani soykırımı, Kürt ulusuna yönelik kitlesel katliamlar, Alevilere yönelik katliamlar vb. hep bu “milli şuur”la “devletin bekası için” gerçekleştirilmiştir. Ne denirse densin bunun adı faşizmdir. Dolayısıyla TC devleti bugün Erdoğan’ın politikalarıyla faşistleşmiyor. Zemin aynı zemin, oynayanlar farklıdır. Çalgılar değişmiş ancak aynı notalar çalınmaktadır. Bu tür hatalı değerlendirmelerin nedeni kendisine sol diyenlerin Kemalizm değerlendirmesinde yatmaktadır. Kemalizm’i ilerici, solcu görenlerin, bugün sadece AKP’yi gerici, faşist görmesinden daha doğal ne olabilir ki? Kemalizm’i sol olarak değerlendirenlerin olduğu bir ülkede halkın neden bu “sol”u tercih etmediği açık değil midir? Dün de Kemalizm solcu ve ilerici değildi bugün de! Dün de Kemalizm faşizmdi bugün de.

AKP’nin ise Kemalizm’in halka yönelik saldırısında kimi aşırı yönlerini törpülemesi ve halka uyguladığı faşist terörü sürekli gündemde tutarak, mağduriyet üzerinden kendisini meşrulaştırması, onu ilerici ve demokrat kılmamaktadır. AKP de faşisttir ve bunun nedeni öyle Kemalistlerin üzerinde uyguladığı tasfiye ve zulüm değildir. AKP’nin faşistliği onun halka yönelik saldırısını tüm hızıyla devam ettirmesinin yanında, devlet aygıtını kendi temsil ettiği kliğine ve emperyalist politikalara göre tanzim etmesinden gelir.

AKP dün bunu “üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne geçiş” diye başarıyla formüle etmişti. Şimdi ise “ileri milli şuur” söylemi adı altında, “milli çıkar”lar gerekçesiyle “milli şuura uygun hukuk düzeni” savunulmaktadır. Bu hukukun kimin hukuku olduğunu söylemeye gerek var mı? Kısacası ülkemizde faşizm AKP’yle var olmadı.

Günümüzde Türk hakim sınıfları, “sol”dan sağa uzanan bir yelpaze içinde, İslami söylemleri güçlü olan Erdoğan’ın kişiliğinde, kendisine yeni bir, -tıpkı “Ulu Önder”,  “Milli Şef”, “Baba”, “Karaoğlan”da olduğu gibi- “Usta” bulmuştur. Bu şahsiyetler kısa Türkiye tarihinin bir kısmını özetler! Kuşku yok ki diğer kısmın tarihini yazan işçi sınıfının ve halkın mücadelesidir.

 

“KİMYASAL TAYYİP”(!)

Kemalizm kendisini kimi aydınlanmacı yönlerinin törpülenerek ama başta halk düşmanlığı olmak üzere sömürü, emperyalizme uşaklılık, soykırımcılık, katliamcılık ve tüm bu uygulamaların toplamı olarak “ileri milli şuur” söylemleri eşliğinde,  “Tayyipizmle” yeniden üretmektedir. Faşist düzenin bu kendini yeniden üretimi, başta işçi sınıfına yönelik sömürünün tüm hızıyla sürdürülmesi; Kürt ulusu başta olmak üzere çeşitli milliyetlere yönelik, “herkes haddini bilip aldığıyla yetinecek” çizgisiyle; Suriye halkı başta olmak üzere bölge halklarına yönelik saldırganlığın artırılması örneklerinde olduğu gibi gayet başarıyla sürdürülmektedir.

Kürt ulusal sorununda verilen es kimseyi yanıltmamalıdır.  Kaldı ki “çözüm” adı verilen bu aranın asıl amacının Kürt Ulusal Hareketini çözmek ve Kürt ulusunun ezilen bağımlı ulus statüsünün yeniden üretmek olduğu bugün artık daha belirgindir. “Tayyipizmin” her şeye posta koyan tavrı, Kürt hareketinin yasal düzenleme talebinde de açığa çıkmış ve Rojava’ya yönelik saldırganlığın açık ifadesi olarak -özellikle- imkan bulunan sınır ilçelerinde belediyeler için her türlü ayak oyunu yapılmasında kendini göstermiştir. “Tayyipizmin” ipliği pazara çıkmıştır!

TC faşizmi Erdoğan şahsında, faşizmi sokağın diliyle yeniden üretebilecek şahsiyeti bulmuştur. O, sadece yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlıkta “usta”laşmamış, katliamcılıkta da nam salmıştır. Ülkemizde halkın tepkisine ve direnişlerine yönelik gerçekleştirilen saldırılarda insanların ölmesine, yaralanmasına rağmen gayet rahat olan bu şahsiyet; içinde bulunduğu durumu öyle kanıksamıştır ki tıpkı seri bir katilin soğukkanlılığıyla “Suriye ile savaş halinde” olduklarını açıklamakta sakınca görmemektedir. Öyle şuursuz bir durumdadır ki, dünyada isminin yanına bu kez de “kimyasal” sıfatını yakıştırmayı başarmıştır.

Gazeteci S. Hersh, “The Red Line and The Rat Line” (Kırmızı Hat ve Gizli Hat) adlı makalesinde, 21 Ağustos 2013’te Suriye’de Şam’ın Doğu Guta banliyosunda gerçekleştirilen, aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu 1100 sivilin öldüğü sarin gazı saldırısının MİT’in ve Türk jandarmasının bilgisi ve desteğiyle El Nusra Cephesi tarafından gerçekleştirildiğini yazdı. Ne de olsa Erdoğan “kimyasal stajını” Kürt gerillalar üzerinde gerçekleştirmişti! TC faşizminin Suriye’deki saldırının arkasında olması ihtimali, Erdoğan’ın “savaş içindeyiz” açıklamasıyla örtüşmektedir. Doğru olma ihtimali yüksektir. Ki açığa çıkan ses kayıtlarında Suriye’deki silahlı unsurlara “iki bin tırlık” mühimmat yardımı yapıldığı, kimi örgütlerin kullanıldığı ve daha da ileriye giderek, Türkiye topraklarına “füze sallanarak” savaş gerekçesi yapılabileceği vb. konuşulduğu düşünülürse; Erdoğan ve hempalarının ellerinin kan içinde oldukları açıktır. Bunların alayının “milli şuur”dan bahsederken kastettikleri kendi çıkarları ve katliamcılıklarıdır! Ama kabul etmek gerekir ki, “dünya liderliği”nden hareket edip, hırsızlık ve katillikle suçlanıp “kimyasal Tayyip”e uzanan bir kariyer sıralaması her “Türk büyüğü”ne nasip olmaz!

 

YÜRÜTMENİN BAŞI SEÇİMİ VE 1 MAYIS!

T. Erdoğan’ın hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk başta olmak üzere işlediği suçlardan “kurtulma”nın en iyi olanağı Çankaya’ya çıkmasıdır. “Protokol değil koşturan Cumhurbaşkanı” olunacağı (bunu hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk ve katliam failliğinin tam gaz devam etmesi olarak anlamak gerekiyor) söylemlerinin dillendirilmesi; “durmak yok yola devam” çizgisinde istikrarlı olunduğu anlamına geliyor. Erdoğan cumhurun başı seçilip, “yürütmenin başı olarak daha iyi yürütmeyi” hesaplayacağı, “Bilaloğlan”la sabah sabah yaptığı kısık sesli telefon konuşmasından da anlaşılabilir. Anlaşılan “yarı-başkanlık” olarak tanımlanabilecek bir sisteme defacto geçmeye hazırlanıyor. Erdoğan daha iyi yürütmek için daha fazla yetki istiyor. “İleri milli şuur” düzeni böyle bir hedefin somuttaki ifadesidir.

Bu düzenin en yalın ifadesi de yeni MİT yasasıdır. İstihbarat teşkilatını yasama ve yargının dışında yürütmenin emrine veren bu yasayla Erdoğan diktatörlüğünü ilan etmiyor ya da demokrasiyi tehdit etmiyor. Olan 90 yıldır, Türk hakim sınıflarının hem Türkiye, hem bölge halkına hem de emperyalizme uşaklığın yeniden üretilmesidir. Diğer bir ifadeyle ilericiler, devrimciler, halk açısından değişen bir şey olmayacaktır. Yine yolsuzluk ve yoksulluk, yine faşist devlet şiddeti, yine zulüm, baskı, sömürü ve yine Ortadoğu….. Yaşanan tıpkı “demokrasiden ileri demokrasiye” geçişte olduğu gibi, “ileri milli şuur düzenine geçiş”tir.

Bu faşist propagandaya bizim yanıtımız bellidir. Dün olduğu gibi bugün de sokaklarda, dağlarda yakılan isyan ateşini harlamaktır. Sadece Türkiye halkı değil başta Suriye olmak üzere çevremizdeki halklara yönelik TC faşizminin işlediği suçların hesabını sormak, katliamlarına dur demek için direnmekten, örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka yolumuz yok. Gezi İsyanı sonrasını izleyen süreç ve son yerel seçimler bir kez daha gösterdi ki; sınıfın, halkın en önemli silahlarından biri “örgüt”tür. Örgütlenmeyen hiçbir hareketin başarı şansı yoktur. Bakmayın siz “Gezi ruhu” deyip, kitlelere “örgütsüzlüğü, bağımsızlığı” vb. vaaz edenlere.

Sınıf mücadelesi ciddi bir iştir. Gezi İsyanı’yla “devrim yapan”lar, yerel seçim sonuçları karşısında bir “karşı devrim” ilan etmedikleri kaldı. Her iki tutumun da doğru olmadığı açıktır. Sınıf mücadelesi düz bir hat izlemez. İnişlerle çıkışlarla doludur. Hele hele ülkemizde sınıf mücadelesi “sınıfa karşı sınıf” söylemiyle karşılanacak kadar basit değildir. Doğru çizgi izlemek kazandıracağı gibi, bu çizgiyi hayata geçirenlerin pratikte takındıkları tutumlar da önemlidir. Bu vesileyle önümüzdeki sürecin hem hakim sınıflar hem de işçi sınıfı ve halkın saflarında çetin mücadelelere konu olacağı açıktır. 24 Nisan, 1 Mayıs, 6 Mayıs, 18 Mayıs, isyan günleri ülkemiz sınıf mücadelesi açısından önemlidir. “Günlerin bugün getirdiği” sadece baskı, zulüm ve kan değildir. Aynı zamanda direniştir, mücadeledir…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu