GüncelLGBTİ+Makaleler

Diyanet’in “Nefret” Hutbesi

Biz bunları ilk defa görmüyoruz, ilk defa yaşamıyoruz. LGBTİQ+ bireyler, yıllardır her türlü baskıya rağmen görünürlüklerini artırıyor; bu alanda gösterilen dayanışma ise büyüyor.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ramazan ayını ciddi bir nefret suçu içeren hutbesiyle karşıladı. Ramazan ayının ilk Cuma hutbesinde kötülüklerin ve salgın hastalıkların kaynağını eşcinsellik ve nikahsız yaşam olarak gösterdi.

Erbaş, hutbesinde korona virüs salgınıyla tüm dünyada mücadele yürütüldüğünü hatırlatırken İslam’ın zinayı en büyük haramlardan kabul ettiğini ifade etti. Lutiliği, eşcinselliği lanetledi. Açıklamasında bugün yaşananlara dair “Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir” ifadelerine yer verdi.

Bu açıklama bizim açımızdan “Dünya bilime dönmüşken yüzünü, diyanet yaşamımızın neresinde?” sorusunu tekrar gündeme getirdi. Dünya çapında tartışılan korona virüs, bilim insanlarının en çok takip edildiği, insanların öyle veya böyle yüzünü bilimsel çalışmalara döndüğü bir süreci beraberinde getirdi.

Türkiye’de de birçok bilim insanı itibar görmeye başladı, yıllardır safsata yayan bazı sahte bilimciler ise itibar kaybetti. Tüm bu süreçte Diyanet’in yapabildiği tek şey, akşamları camilerden sala okumak (insanlara ölüm çağrıştırdığı için bu uygulama da oldukça eleştiriliyor) oldu.

Sağlıkçıların ve birçok sektör çalışanının hala her gün canı pahasına işe gittiği, para kazanmak zorunda olduğu bir gerçek iken; diyanet personelinin işlev dışı olması dikkat çekti. Evden ders vermeye çalışan öğretmenlerin maaşlarının kısılması ve “ihtiyaç sahiplerine” yollanması gerektiği dahi konuşuluyorken, diyanet personelinin hangi hizmet karşılığında para kazandığı tartışması hak ettiği değeri göremedi.

Ramazan, kendilerini tekrar gündeme sokmak için bir fırsattı ve tam olarak da bunu yaptılar. Ali Erbaş içindeki tüm nefreti bir hutbede dile getirerek birçok insanın yaşam koşullarının daha da zorlaşmasını hedefledi.

Ali Erbaş’ın sözlerinin ardında devlet ideolojisi var. Diyanet bir kamu kurumudur ve halkın vergileri diğer devlet kurumlarına olduğu gibi bu kuruma da gidiyor. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş da devleti temsil ediyor ve biz çok iyi biliyoruz ki bu sözler aynı zamanda devletin düşünceleri.

Devletin kamu olanaklarıyla, ülkesinde yaşayan bireyleri nefret suçu için açık hedef haline getirmesi ise asla kabul edilemez. İki ay içinde virüsün laboratuvar üretimi olduğu iddiası bile çürümüşken, korona virüsü bilim dışı, ayrımcı ve LGBTİQ+ bireylere bağlamak büyük kötülük.  Şunu hatırlatmak gerekiyor: Türkiye’de “anayasal olarak” herkes eşit haklara sahip ve nefret suçuna maruz bırakılamaz.

Diyanet’in ise kendini yasalardan üstün görmesinin ardında aynı fikri paylaştığı bir devlet ideolojisi var. Bu ideolojiye göre kendinden farklı olan işkence görebilir, linç edilebilir, sadece gizli tanık ifadesine dayanarak yıllarca mahkemelerde sürünebilir, ömür boyu hapis yatabilir. Diyanet de işte bu akıldan aldığı güçle sık sık bu türden açıklamalar yapıyor, insanların yaşamlarındaki çemberi daha da daraltıyor.

Devletin bu açıklamayı ortak kararla yaptığını Ankara Barosu’nun açıklamasının üzerine yaşananlardan anlıyoruz. Ankara Barosu’nun Erbaş’a tepki göstermesinin ardından birçok baro da benzer açıklamalar yayınladı.

Aralarında  sendika, meslek örgütleri ve Alevi derneklerinin de bulunduğu 22 kurum, Ali Erbaş’ın LGBTİQ+ bireyleri hedef göstermesine ilişkin ortak bildiri yayımladı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hukuk sistemi kurallarını gözetmediği ifade edilen bildiride, Ankara Barosu’nun hedef alınması da eleştirildi. Bu açıklamalara karşı AKP sözcülüğünden tepki gelmesi, bu sözlerin sadece Erbaş’ın fikri olmadığını bir kez daha kanıtladı.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Erbaş’ın İslami değerleri dile getirdiğini söyledi, baroların açıklamasını da “faşist” ve “terbiyesiz” buldu. Hükümetle kol kola olan Metin Feyzioğlu (Türkiye Barolar Birliği Başkanı) da Ankara Barosu’nun açıklamasını “sorumsuz” buldu.

Ülkenin sınırlarının içerisinde bir kesimi hutbeye konu etmek; insanları onlara karşı nefretle doldurmak; anayasal haklara rağmen, açıklamaları İslam hukukuna uygun bulmak tam anlamıyla hedef göstererek nefret suçu işlemektir.

İşsizlikle, geçim zorluğuyla baş başa bırakılan insanların yaşamındaki boğuma bir düğüm daha eklemektir. Oysa, yazımızın başından beri anlatmaya çalıştığımız şey, asıl sorumsuzluğun bu açıklamayı yapan ve yaptıranlara ait olduğudur. Umut veren ise, tepkilerin hızlıca büyümesi, dayanışma gösterilmesiydi.

Biz bunları ilk defa görmüyoruz, ilk defa yaşamıyoruz. LGBTİQ+ bireyler, yıllardır her türlü baskıya rağmen görünürlüklerini artırıyor; bu alanda gösterilen dayanışma ise büyüyor. Engel olamadıkları mücadeleyi nefret hutbeleriyle baltalamaya çalışsalar da mücadele sürüyor, sürmeye de devam edecek.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu