Kadın

Seni gurur ve özlemle anıyoruz!

Kartal: Gazetecilik yaparken, belki de en zor olan yitirdiğimiz yoldaşların ardından ses cihazını onun yakınlarına uzatmaktır. Bir yandan konuştuğunuz kişiyi daha fazla üzmek, sizde de olduğu gibi içindeki yarayı daha fazla deşmek istemezsiniz.

Bir yandan yoldaşı anlatmanın, okurlara taşımanın ağır sorumluluğu vardır. Bir yandan da o röportaj; bir süre sonra röportaj olmaktan çıkar ve karşılıklı bir sohbete dönüşür. Bir taraftan yoldaşın yakını anlatır paylaşımlarını, bir taraftan da siz -muhabir olsanız bile- yoldaşın can yoldaşlığını anlatırsınız.

Geçtiğimiz yıl 12 Ekim’de yitirdiğimiz sevgili yoldaşımız Suzan Zengin için kızı Pınar ile yaptığımız söyleşi de böyle bir söyleşi oldu. Konuşurken birbirimizi böldük bazen, bazen de “tamam, röportaj sonlandı” deyip, ses cihazını ara ara kapatıp sohbete devam ettik. Bir devrimciyi, bir gazeteciyi, bir anneyi, bir sevgiliyi, bir ablayı ve de bir yoldaşı konuştuk. Yani Suzan’ı…

”Göz göre göre oldu herşey”

Hapishaneleri, tecrit-tretmanı ve bunun bir sonucu olarak Suzan’ı yitirişimizden konuştuk. “Göz göre göre oldu herşey” dedi Pınar, “Onu tutuklamak için uzun zaman bir sebep aradılar, ama bulamadılar. Amaçları onun uzun süre faaliyet yürütmesine engel olmaktı. Bu yüzden tutukladılar. Hapishanedeki şartları, buradan sağlam çıkılamayacağını da biliyorlardı. Göz göre göre oldu her şey.”

Tutsakların tedavi hakkının engellenmesi, devletin hapishaneler politikasının önemli bir parçasıydı. Tutsaklar için hayati derecede önemli! Pınar da annesinin yani Suzan yoldaşın bu hakkın gasp edilmesi yüzünden ölüme sürüklendiğini vurgulayarak “Annem hapishaneye girdikten sonra dilekçeler yazmıştı tedavi için. Ancak ilk kez tedaviye, hastaneye götürüldüğünde 8 ay geçmişti. O sırada da askerlerin odadan çıkmaması yüzünden tedavi olamamıştı. Onlar orada durdukça annem muayene olmayacaktı. Bunu çok iyi biliyorlardı. Sonra da bir daha hastaneye götürmediler” diye konuştu.

“Hala hapishanedeymiş ve gelecekmiş gibi…”

“Suzan’ın ardından neler değişti yaşamında?” diye, o en zor sorulardan birini sorduğumuzda, “Annemi kaybettikten sonra, boşluğunu çok hissettim. Dünyada yapayalnız kalmış gibisin. Çevremde sevdiğim birçok insan var, ama hiçbiri annem gibi olmuyor tabii. İnanamıyorsun ve kabullenmek zor geliyor. Türkiye’ye gelirken içimde bir sevinç var ama yine de büyük bir eksiklik hissediyorum” diye cevap verdi Pınar.

“Önemli bir karar alacağım zaman ilk annemi arardım. Kendi kararlarımı kendim veriyordum ama anneme sorunca daha iyi hissediyordum kendimi. Şimdi öyle bir durum olduğunda aklıma annem geliyor. ‘Şöyle yapsam, annem ne derdi?’ diye düşünüyorum. Annemin ne diyeceği tahmin edebiliyorum aslında ve o yoldan gitmeye çabalıyorum. Zaman zaman içimde sanki hala hapishanedeymiş de çıkıp gelecekmiş gibi bir düşünce oluşuyor” dediğinde hepimizde bir düğüm oluşuyor. “Keşke…” diyoruz, içimizde dev çınarın özlemini duyarak; içimizde düşmana bir öfke biriktirerek!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu