Makaleler

SARI-KIRMIZI-YEŞİL’E KARIŞMADAN NE AN YAKALANABİLİR NE DE GELECEK!

12 Haziran seçimlerinin, ülkemizdeki sınıf mücadelesinin gelişim sürecine yön verme bakımından sahip olduğu özgül ağırlık, son düzlüğe girilirken kendini daha kuvvetle hissettirir olmuştur. Her seçim sürecinin, geriye sayımın başlamasıyla birlikte, artan bir tansiyonla seyretme gerçekliği vardır ama günümüzdeki durumun bundan öte bir boyut kazandığını anlamak gerekir. Bunun, uluslararası ölçekteki karşılığıyla birlikte, sürekli yeni sayfalar ve safhalar açılan bölgeyi etkileyen sonuçları, koşulları daha hassas hale getirmiştir.

Krizi atlatamayan ve bu yüzden politik atmosferi dingin bir hale getiremeyen emperyalist-kapitalist sistem; içinde bulunduğumuz bölgede şiddetle uç veren kanama karşısında; yerli sigortaları, yedek ve alternatif güçleri devreye sokmasına ve bizzat müdahalelere başvurmasına karşın inisiyatifi yeniden ele alacak bir konum elde edememiştir. Tunus ve Mısır’da kontrolü bir biçimde yeniden sağladığı düşünülür ve bu yüzden kısa sürede halk ayaklanmalarına övgüden yergiciliğe transfer olanlar çoğalırken, yeniden başlayan çatışma ve direnişlere, başta Suriye olmak üzere yenileri eklenmektedir. Libya’daki durumun hiç de egemenlerin hesaplarına uygun bir seyir izlemediği ortadadır…

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sürecin daha iyi anlaşılabilmesi için, Obama’nın bölgeyle ilgili son konuşmasına (20.05) dikkatli bir gözle bakmak yeterlidir. ABD, kendisiyle birlikte diğer batılı emperyalistlerin bölgeye yönelik şimdiye kadarki tasarruflarından (saldırı ve tehdit) istediği sonuçları üretememenin sıkıntısını yaşamaktadır. Bunun için üst perdeden çıkış yapmış, tehditler savurmuş, direktifler vermiş ve kendi uşakları üzerinden direnişe, eyleme geçen halklara mesaj göndermiştir. Filistin’deki ittifakla beraber ortak bir sütre gerisinde buluşma eğilimindeki muhalif dinamikler, “tehlikeli” bir birikim oluşturma ve sistemi sorgulayan bir kopuş dalgası yaratma potansiyeli taşımaktadır. Sorunun bölgeyle sınırlı kalmadığı/kalmayacağı iyi görülmelidir. Öyle ki değil yarı-sömürgelere beşiklik eden Asya, Afrika ve Latin Amerika kıtaları; kriz, direniş ve çatışmanın alevlendiği Yunanistan, Portekiz ve İspanya’dan (geçtiğimiz hafta 50 kentte gösteriler, grev ve direnişler) başlayarak sürekli gerilim biriktiren Avrupa kıtası, sarsıntı yaşamaktadır.

Demokratik devrimlerin ideolojik ve pratik olarak mayalandığı bu zemin, hemen her ülkede, hiç kuşku yok ki zamanla kendisini daha net biçimde açığa vuracaktır. Ne var ki sorunun esası, politik tavrı belirlemek suretiyle müdahale yolunun tutulmasıdır ki “tespit” ve “belirlemeleri” odalardan/bürolardan sokaklara taşıyarak canlı ve etkin kılacak olan budur. Proleter ideolojiyi yeşertme ve geliştirmenin kodları; ezilen ve sömürülen işçi, emekçi, halk kitlelerinin hareketlerinde gizlidir. Başarılı olmuş demokratik ve proleter devrim süreçleri, dahası bu yönde belirli aşamalar kaydeden çeşitli ülke pratiklerinden çıkarılması gereken önemli derslerin başında bu gerçeklik gelmektedir. Devrimin yaratıcısı olarak kitleleri işaret eden bilimsel sosyalizmin ustaları, bu realiteye dikkat çekmektedir…

Bu realitenin 30 yılı aşkın süreye yayılan bir savaş ve isyan olgusuna tabi olarak şekillendiği bir Türkiye söz konusudur; bölgedeki en organize ve güçlü direniş cephesi burada kurulmuştur. Seçim platformunda tartıya çıkacak olan devrim ve karşı-devrimin, çatışma sürecine yön vermek ve yeni mevziler kazanmak için ciddi bir hesaplaşma içerisine girdiği ve bunun neticesinde ortaya çıkacak tablo üzerinden daha kapsamlı hamlelerin örgütleneceği açıktır. Bugünkü çatışmanın kitle hareketlerini barındıran bir boyutta seyretmesi, durumu daha kritik hale getirmiştir. Silahlı mücadele ile gelişen Ulusal Hareket’in aktif kıldığı ve omuzlayıcı/taşıyıcı bir karakter kazandırdığı Kürt halk kitlelerinin sergilediği eylemci ve direngen duruş ile isyancı ruh, inisiyatif gücünün artmasını koşullamıştır. 

Bürokratik yapıda “kökleşme” hedefine doğru küçümsenmeyecek bir mesafe kat eden AKP’nin, 8.5 yıllık hükümet sürecinin sağladığı deneyimle (kendi tabirleriyle “ustalık devri”) önümüzdeki dönemde daha işlevli ve başarılı olacağına dair empoze etmeye çalıştığı görüş, batılı emperyalist efendilerin plan ve tercihlerine de yön vermektedir. Bu yüzden ABD’li general ve istihbarat şefleri ile Türkiye büyükelçisi/valisi, hızlı bir trafik içerisinde mekik dokumaktadır. Bütün bunların merkezinde Ulusal Hareket’in önderlik ettiği mücadelenin savaş deneyi ve kitle gücü akımından kat ettiği aşama oturmaktadır. Birleşik iki ana gücün (gerilla ve halk) tasfiyesini hedefleyen politikanın bir yüzünde “açılım” diğerinde “imha” yazıyor olması, sürecin özgünlüklerini karakterize etmektedir. 

Kürt Ulusal Hareketi’nin savaşçı ve direnişçi güçlerine yönelik saldırı ve katliam furyasının onlarca ölüm, binlerce gözaltı ve tutuklamayla kabaran bilançosu; sürece damgasını vuran ana renklerin sarı, kırmızı ve yeşil olduğunun en açık ispatıdır. Bunun devrimci, demokrat ve ilerici güçler cephesinde bulduğu karşılığın, önceki dönemleri geride bırakan genişlikteki bir mutabakatla kendini ifade etmesi, direniş/mücadele merkezindeki prizmadan da aynı renklerin yansıdığını göstermektedir.  

Sorunun seçimlerle sınırlı olmayan boyutunun, yalnızca kayıtsız kalanlarca değil sürece katkı ve destek sunmaya çalışanlar tarafından da yeterince kavrandığı söylenemez. Bu tabloda bir istisna oluşturamadığımızı tespit etmek durumundayız. Daha derinden tartışılması ve farklı nedenlere (devrimci teorinin kavranışı, kitlelerin rolü) yayılan boyutlarının da irdelenmesini gerektiren zafiyet halinin ortak paydasında, sosyal-şovenizm zehri vardır. Özellikle, ezen ulusun devrimden yana güçlerinin ulusal sorunla ilgili hatalı duruşları ve yetersiz kalışları aynı potada toplanmaktadır.

Soruna yurtsever adayların bulunduğu bölgelerde aday gösterecek kadar yabancılaşan, aday pazarlıklarına girişmek suretiyle “destek” tavrındaki samimiyetsizliğini ortaya döken, daha radikal bir tavır maskesiyle sosyal-şovenist tavrını meşrulaştırmaya çalışan, küçük ve ucuz hesapları üzerinden “tarafsızlık” elbisesiyle kenara çekilen, devrimci hareketin komünistler dışındaki bütün örgütleri, sınıfta/yaya kalmıştır. Legal platformdaki reformist ve revizyonist parti ve grupların önemli bir bölümü ile aydın, demokrat, ilerici kişilerin ağırlıklı bir kesiminin sergilediği “destek” tavrının dahi gerisine düşmenin; kendisini 1 Mayıs’larda sayı hesabı yaparak avutmak ve/veya kendinden menkul “gelişme/güçlenme” senaryolarına sığınmaktan gayri çıkışı da yoktur. 

Ulusal sorunla ilgili izlenecek politikanın başlı başına turnusol işlevi görmesi bir yana, en yalın tanımı egemen sınıflara karşı savaş ve direniş olan devrimci mücadelenin, hangi sığlık ve uzaklıkla ele alındığı da ortaya çıkmaktadır. Ulusal Hareket’in sistem içi “çözüm” ve arayışlara demirleyen çizgisini bahane ederek, “saf ve arı duruş” adına tam da karşı devrimin manevra alanını genişletme ve hedefini büyütmeye yol açacak tutumun hangi anlama geldiği açıktır. Süreç, kayıtsız kalan ve sorumsuz davrananları kendi gerçekleriyle baş başa bırakacak yoğunlukta, alabildiğine şiddet ve çatışma içerisinde akmaktadır…

Ne var ki “destek” pratiğini yalnızca Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun adaylarına oy vermekten ibaret gören bir tavrın da, özünde, yukarıda eleştirdiğimiz kayıtsız ve sorumsuz çizgiden, engin denizleri hayal ederek sosyal-şovenizm havuzunda kulaç atanlardan hiçbir farkı yoktur. Daha ileri giderek söylersek, “destek” politikasını “kerhen”  parantezine almak, açık biçimiyle farklı konumlanmaktan daha kötüdür. Samimiyetsizliği gösterdiği gibi, kendine güvensizliğin tavan yaptığı bir pozisyonu da anlatmaktadır. Öyleyse, her bir sorun ve gelişme özgülündeki politik tavrın öncelikle öncüyü eğiteceği gerçeğine burada da işaret etmeliyiz.

Seçimlerden öte, süreçteki tavrımızın ana teması ve temel gerekçesini oluşturan Kürt sorunu, egemen sınıfların bütün devrimci ve demokratik güçleri de içine alan boyutta azgın bir saldırı kampanyası örgütlediği mecrada akmaktadır. Buna karşı direnişin aktif unsuru olan ve aynı zamanda seçim faaliyetini omuzlayan ne kadar militan ve kadro varsa “etkisiz” kılınmaya, kitleler sindirilmeye ve korkutulmaya çalışılmaktadır. Çok daha büyük saldırı ve şiddet dalgalarının içinden geçenleri yıldırma faaliyetinin nafileliği görüldükçe, kudurganlık artmaktadır. Fiilen OHAL uygulanan Kürt illeri başta olmak üzere son 45 günde gözaltına alınanların sayısı 4 bine yaklaşmaktadır (Mayıs’ın ilk üç haftasında 3 bin). Yüzlerce seçim bürosu saldırıya uğramış, yakılıp, yıkılmıştır…

Bu savaş ve direniş koşullarında -önceki süreçlerde de olması gerektiği gibi- zaten aktif bir destek, saf tutuş ve ittifak pratiği geliştirmek gereklidir. Seçimler bunun belli bir aşamadaki istasyonlarından yalnızca birisidir. Yurtsever adaylara verilecek desteğin bu parametrelerdeki anlamı kavranmak zorundadır.  Tekrar vurgulamaya gerek yok ki, parlamentonun işlevi ve niteliğine dair görüşümüz değişmemiştir; bu çerçevede, seçilmesi için çalışacağımız kişilerden beklentilerimiz de durumun öznel ve nesnel gerçekliğini zorlayan bir mahiyette değildir.

Seçim bürosu açılışları ve mitinglerine katılımdan öte kendi güçlerimizle seçim kampanyası yürütmek, saldırıları ortaklaşa göğüslemek, katliamları ve faşist terörü birlikte püskürtmek gerekir. Hayatın ülkemiz topraklarına düşen gölgesinde; sınıf çatışmasının yangını, dağlardan ovalara yayılmakta, şehirleri kuşatıp sokakları kavurmaktadır. Devrime dair ne kadar ateşleyici varsa bu yangının içerisindedir. Devrim ateşini göğe yükseltecek ne kadar güç varsa bu yangından beslenecektir. Bu isyan ateşinin bağrında yer almayanın sadece anı/günü yakalayamama değil, yürüyenin ardından yetişme şansı da olmayacaktır…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu