Makaleler

“Bu Daha Okulların Açılmamış Hali!”

Suriye’de kullanılan kimyasal silahlar üzerinden Esad rejimine yönelik operasyon tehdidiyle çıkış yapan ABD, ge­linen aşamada geri adım atmak zorunda kaldı. Böylece ABD’nin, mu­haliflerin Esad karşısında aldığı yenil­giler ve rejimin gücünü toparlaması karşısında bir manevra olarak düşün­düğü plan da suya düşmüş oldu.

Suri­ye’ye yönelik bir saldırının Ortadoğu’da barut fıçısına adeta kibrit çakmak anlamına geldiğini çok iyi bilen ABD, önce vites küçülttü, sonra­sında “karizmayı çizdirmeden” bu toptan çıkmanın bir yolunu buldu. Bu yol, Cenevre’de Rusya ve ABD emperyalistleri arasında, Esad rejimi­nin elindeki kimyasal silahların dene­tim altına alınması ve 2014 ortasına kadar imha edilmesine dair yapılan anlaşma olmuştur.

Böylece ABD, bir yandan prestijini kurtarmayı, öte yan­dan kimyasal silah konusunda kaygıla­rının haksız olmadığını ispatlamayı hedeflemektedir. ABD’nin Irak işgali döneminde sarıldığı kimyasal silah söyleminin büyük bir yalan olduğunun geniş kesimler nezdinde ve uluslar­arası kamuoyunda açığa çıkması, Su­riye başlığı altında bu argümanının altını boşaltan en önemli etkendi.

ABD, kimyasal silahların imha edilmesi anlaşmasıyla Esad’ın tepesinde saldırı için her an gerekçe olarak kullanılabi­lecek bir “demokles kılıcı” yaratmayı başarmış durumdadır. Öte yandan Esad, kimyasal silahları denetime açma politikasıyla saldırıyı durdurarak kendisi açısından kritik bir dönemde zaman kazandı.

Esad’ın daha şimdiden kimyasal silahların yok edilmesinin uzun bir süre alacağı ve büyük masraf gerektirdiği yönündeki açıklamaları süreci uzatmayı daha fazla zorlayacağını göstermektedir. Görünen o ki Suriye, önümüzdeki günlerde de başta Türkiye ve Ortado­ğu’nun en önemli gündemlerinden ol­mayı sürdürecek.

TC İçin Hüsran ve Şükür

Söz konusu gelişmelerin TC cephe­sinde büyük bir hüsran yarattığı ise bir gerçek. ABD’nin Suriye’ye yönelik sal­dırı açıklamasına “Suriye’ye sınırlı müdahale bizi tatmin etmez. Kosova benzeri bir operasyon olmalı” sözle­riyle yanıt veren Erdoğan’ın ganimet hayalleri suya düştü.

Her konuşma­sında Suriye’de yaşanan çatışmalara ve hayatını kaybeden Suriyelilere sahte gözyaşı döken Erdoğan, ABD emperyalizminin binlerce insanın ya­şamını yitirmesine neden olabilecek bir askeri operasyonun gerçekleşme­mesine üzülmektedir.

Bu durum, AKP şahsında TC devletinin geçmişten devraldığı ve bugün de sürdürdüğü yağma ve talandan beslenen gerçekli­ğinin bir ürünüdür.

Suriye’de çatışmaların başladığı ilk günden itibaren kendini doğrudan sa­vaşın bir tarafı olarak konumlandıran AKP hükümeti, Esad’a karşı savaşan İslamcı militanlara kapılarını sonuna kadar açtı.

TC’nin adı katliamlarla anı­lan El Nusra vd. örgütlere askeri ve lo­jistik destek sağladığı bugüne kadar sayısız tanık ve belgeyle ispatlandı. Özellikle de YPG’nin Kürt bölgelerinde denetimini artırmasıyla daha aleni hale gelen bu işbirliği varken geçtiğimiz Mayıs ayında Adana ve Mersin’de El Nusra’ya yönelik bir operasyonda bu­lunan 2 kilo sarin gazının nereden temin edildiğini fazlaca düşünmeye gerek yoktur.

Bu operasyonla ilgili hazırlanan id­dianamede yer alan telefon görüşme­leri, örgütlerin sarin gazını MKE’den temin ettiklerini göstermektedir. Suri­ye’ye çok istemesine rağmen bir türlü giremeyen TC’ye helikopter düşürmek nasip olmuştur.

Arınç’tan Erdoğan’a bilumum devlet ricalinin, helikopterin düşürülmesiyle girdikleri muzaffer ku­mandan pozları sadece komiktir. Her konuşmasında Esad’ın diktatörlüğüne ve gaddarlığa vurgu yapan Erdoğan ve AKP’nin demokrasiden ne anladığı ise yeniden “tartışma” konusudur.

Demokrasi Balonu

Cemil Bayık’ın, gerillanın geri çekil­meyi durdurduğu açıklamasının ardın­dan zirve üstüne zirve yapan, akabinde BDP ile resmi-gayri resmi görüşme trafiğine hız veren AKP hü­kümeti, süreci yönetmek adına yeni­den “demokrasi” balonuna sarıldı.

Ulusal Hareketin, Abdullah Öcalan’ın çizdiği çerçevede adım atmasına kar­şın AKP hükümeti, hiç de şaşırtıcı ol­mayan bir şekilde, hatta tam da beklediği gibi Türkiye Kürdistanı’nın dört bir yanında karakol yapımına hız vermekte, var olan karakolları kalekol-lara dönüştürmektedir.

Bölgeyi, su al­tında bırakarak insansızlaştıracak baraj projelerine hız verilmiştir. Ulusal Hare­ketin süreç konusundaki hassasiyetle­rini fırsat bilen AKP hükümeti, cemaatler eliyle bölgedeki etkinliğini artırmak adına yoğun bir faaliyet yü­rütmektedir.

Süreci zamana yayma ve yerel se­çimleri atlatma politikasıyla hareket eden AKP, Öcalan’ın deyimiyle “luna­parkta sürekli hareket eden ama ileri doğru gitmeyen rodeo atı“nı andır­maktadır. AKP’nin bu yaklaşımının gerçekte Türk hakim sınıflarının, TC devletinin tavrı olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Toplumun tüm kesimle­rini ilgilendirdiği ve kronikleşmiş so­runlara çözüm getireceği iddia edilen paketin, yalnızca hazırlanış biçimine bakmak bile hala AKP’den umut bek­leyenlerin en iyimser yorumla “saflık­larını” göstermekte. Paketin doğrudan muhatabı olan BDP’yi, CHP ve MHP gibi düzen partilerini ve sorunları “çö­zülecek” toplumsal kesimleri, demo­kratik kitle örgütlerini sürecin, tartışmaların tamamen dışında bıra­kan AKP, kapalı kapılar ardından “mu­cizevi” bir paket hazırlamaktadır.

Ulusal Hareketin, Kürtulusunun anadilde eğitim talebinin yer almadığı, yüzde 10 seçim barajının düşürülmesi­nin gündem olmadığı aksine daraltıl­mış bölge yöntemiyle barajın yüzde 20’ye çekildiği, tutuklu Kürt siyasetçi­lerle ilgili dişe dokunur bir düzenleme­nin olmadığı, TMK’da değişiklik yapılmadığı, vicdani reddin olmadığı bir paket söz konusudur. Böyle bir pa­ketten demokrasi çıkmayacağı açıktır. Pakette Tunceli isminin Dersim olarak değiştirilmesi vb. esasa dokunmaya­cak değişikliklerin yapılması elbette bu gerçeği değiştirmeyecektir.

Öte yandan gerilimi ve tansiyonu yeniden devreye girerek düşüren Ab­dullah Öcalan’ın söz konusu gelişme­lere karşın 21 Mart’ta açıkladığı temel tezlerde ısrarlı olduğu ve bu tavrını benzer olası tıkanmalara rağmen sür­düreceği görülmektedir.

“Evet Dostum Yine Biz, HALK!”

AKP, talepleri için yıllardır mücadele veren kitleler adına onların taleplerini hiçe sayarak kararlar almaktadır. Oysa “artık hiçbir şey eskisi gibi değil”d i r. Gezi İsyanında; korku duvarlarını yıkan, özne olmak isteyen, sorgula­yan, tartışan ve hesap soran yönlerini giderek geliştiren bir kitle gerçekliği vardır. Gezi İsyanının yarattığı sarsıntı­nın etkileri bugün yeni biçimler alarak sürmektedir.

Ormanına, ağacına ve yaşam ala­nına sahip çıkan ODTÜ öğrencileri ve Yüzüncü Yıl Mahallesi halkı, devletin Eylül korkusunu daha okullar açılma­dan gerçek kılmıştır. Fitili ateşlenen direniş, Mamak-Tuzluçayır halkının cami-cemevi projesine yönelik tepki­siyle büyümüştür. Alevilerin uzun yıl­lardır dile getirdiği taleplere yönelik hiçbir adım atmayan devlet, işbirlikçi­leri aracılığıyla asimile etme ve sis­teme yedekleme politikasına hız

vermiştir. İzzetin Doğan ile Fethullah Gülen tarafından temelleri atılan cami-cemevi projesi bu politikanın bir ürünüdür. Demokrasi paketinde yer aldığı dillendirilen, Cemevlerinin “inanç ve kültür merkezi” statüsü ha­line getirilmesi ve dede ve cemevi ça­lışanlarına maaş bağlanması da Alevilerin temel taleplerine kulak tıka­yıp tribünlere oynamaktan başka bir şey değildir.

Direniş merkezlerine adını yazdı­ran Tuzluçayır’ı, İstanbul Kadıköy takip etmiştir. Antakya’da Ahmet Atakan‘ın katledilmesine yönelik ge­lişen öfke dalgası ve ülkenin dört bir yanına yayılan direniş, havanın daha da ısınacağına işaret etmektedir.

Po­lisi üniversiteye sokmakta kararlı gö­rünen AKP, Gezi Direnişine adeta meydan okumaktadır. Oysa direniş “bu daha başlangıç sözünü” gerçek kılmış, yeni direniş örnekleri/merkez­leri yaratmıştır. Yeni sürprizler de yoldadır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu