Makaleler

Ölümüzden bile korkuyorlar!

Mayası tek din-ulus-dil-bayrak anlayışına dayanan TC, Kürt ulusuna yönelik saldırılarına hız kesmeden devam ediyor. 3 senelik “çözüm süreci” adı altında yürütülen çatışmasızlık hali, AKP’nin DAİŞ işbirliği ile gerçekleştirdiği Suruç Katliamı’nın hemen ardından bozuldu; devrimci, demokrat ve yurtseverlere yönelik gözaltı ve tutuklama furyası, T. Kürdistanı’nda  “Özel Güvenlik Bölgesi” adı altında Kürt halkına yönelik katliam politikaları, Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik alanlarına ve gerilla gücüne yönelik saldırılarla son 2 buçuk aydır ülke savaş konseptine girmiş bulunuyor.

Dününde “çözüm süreci” ve “çatışmasızlık” hali ile övünenler, bugün silahları, TOMA’ları, akrepleri ile saldırıyor; 35 günlük bir bebeği bile “terörist” ilan ediyor! Tüm bu saldırılarına karşı direnişi seçen, ölmeyi değil savaşmayı yeğleyen Kürt Ulusal Hareketi’ne  “barış” için “Silahları değil toprak altına, magmaya kadar gömün” (A. Davutoğlu, 24 Eylül 2015) çağrısı yapanlar, silahlarını bırakmaktan bir kez olsun bahsetmiyorlar ve tarih en başından beri göstermiştir ki bırakmayacaktırlar da… Aksi, varlığına aykırı olan devlet, köşeye sıkışmış olduğundan bulunduğumuz dönem içerisinde saldırı yöntemine daha çok başvurmaya devam ederken ezilenler için silahlı mücadelenin önemi bir kez daha kendini ortaya koymuştur.

TC, tarihsel misyonunu yerine getiriyor!

Böylesi bir dönemde mücadeleyi seçen Kürt ulusu ise ezilenlerin tarihsel misyonunu yerine getiriyor… Bu tarihsel misyonun yerine getirilişi, TC’nin haksız savaşında ne noktaya varabileceğini çeşitli pratikleri ile sergilemesine sebep oluyor. Gimgim’da YJA Star gerillası Ekin Wan’ın bedenine cinsel işkence uygulayanlar,  Erzurum’da 3 HPG gerillasına işkence ediyor; yetmiyor bu onurlu mücadeleye canlarını verenlerin mezarlarına tankıyla, tüfeğiyle saldırıyor. Mûş’un Gimgim  ilçesindeki “Şehit İsmail ve Şehit Ronahî Şehitliği” ve Şirnex’teki “Şehit Cuma ve Şehit Binevş Şehitliği”nde bulunan gerilla mezarları havadan ve karadan ağır silahlarla tahrip ediliyor. TC’nin bu tür saldırıları ne ilk ne de son! 1938’de Dersim Katliamı’nda bedenlerinden ayrılmış başlarla fotoğraf çektirenlerden, 90’larda gerillaların katledilmiş bedenlerinden aldıkları uzuvlarla hatıra eşyası yapanlara, katledilenlerin bedenlerini köy meydanlarında sergileyenlere… Devam edebilecek tüm örnekler, halkın mücadeleyi seçmesine yönelik sindirme ve yıldırma politikalarının bir izdüşümüdür. Bugün Rojava’da DAİŞ çetelerine karşı verilen mücadelede şehit düşen BÖG komutanı Aziz Güler’in cenazesinin ailesine teslim edilmemesi de aynı anlayışın bir yansımasıdır.

Bu politikalara karşı ortaya serilen irade devletin beklediğinin aksini doğuruyor! Kürt halkı korkmuyor, yılmıyor! TC’nin ölümüzden bile ne denli korktuğunu görmek direnişin fitilini ateşlemeye devam ediyor. Gerek DAİŞ çetelerine karşı, gerek TC’nin katliamlarına karşı onurlu direniş dağlarda, sokaklarda, Rojava’da adım adım örülüyor, büyüyor!

CPvzm7MUsAAXQCVPeki TC neden bu kadar çok korkuyor? 

TC’nin bu saldırganlığı 7 Haziran Genel Seçimleri’ndeki AKP’nin yenilgisine indirgenmeye çalışılsa da, bu katliam ve sindirme politikalarının temeli salt AKP’nin 400 milletvekili ile mecliste yer alamamasından ibaret değildir. Elbette ki HDP’nin başarısı ile birlikte demokratik mücadele alanlarının genişlemesi, AKP’nin ivme kaybedişi bu saldırganlığın sebeplerinden biridir ve önemli bir noktada durmaktadır.

Ancak T. Kürdistanı’nda özyönetim pratikleri; Gezi İsyanı, Kobanê Serhildanı ve 7 Haziran Genel Seçimleri ile kitleler üzerinde şovenizm zehrinin etkisinde var olan çatırdamalar; halkın, devrimci, demokratik mücadeleye yönelişi bu katliam ve sindirme politikalarının temelini oluşturmaktadır.

Nitekim, Osmanlı Ocakları adlı kontrgerilla yapılanma ile HDP’ye yönelik saldırılar ve ülkenin batısında yaşayan Kürtlere yönelik linç girişimleri çatırdayan şovenizmi onarmaya, halk içerisinde kutuplaşmayı sağlamaya yönelikken T. Kürdistanı’nda  “Özel Güvenlik Bölgeleri” ile katliamlar örülerek “özyönetim” pratikleri bastırılmaya çalışılmaktadır. “Benim anlayışımın olmadığı yerde yaşatmam” diyen devlet, kendi dilini, kültürünü yaşamak isteyen halka keskin nişancıları ile saldırmış, çoğunluğu çocuk onlarca kişi katletmiştir. Ayrıca meclis içerisinde HDP ile birlikte çeşitli milliyetlerden ve inanışlardan milletvekillerinin yer alışı (en önemlisi kimlikleri ile birlikte yer alışları) TC’nin tek din-ulus anlayışına uygun düşmemektedir, ki Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan 20 Eylül’de Yenikapı’da gerçekleştirilen “Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses” mitinginde “1 Kasım’da 550 tane yerli ve milli milletvekili istiyorum” söylemiyle bunu bir kez daha hatırlatmıştır.   

Tüm bu sebepler devletin zaten karakterinde olan faşizmin kendini daha çok açığa vurmasına neden oldu. Faşizme karşı halkın direnişi ise devletin korkusunu daha da büyütürken; haksız savaşını boyutlandırmasının, cenazelere dahi saldırmasının bu direnişi kırma temelinde ele aldığını söylemek mümkün.

Direnişe devam!

“DAİŞ’leşirseniz Kobanê’leşiriz” diyen Kürt ulusu, tüm bu katliam ve sindirme politikalarına karşı gerekli cevabı vermeye devam ediyor. “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganını “önce halkların eşitliği sonra kardeşliği”ne çeviren Kürt halkı, cenazelerine, mezarlıklarına sahip çıkarken verilen direnişi sadece duymak değil, ses katmak anın görevleri arasındadır. Açıktır ki devletin var olan korkusunun büyümesi dayanışmayı büyütmekten, Kobanê’leşmekten geçmektedir. Bu da ancak bu haklı ve meşru mücadelede hayatını kaybeden, mezarlıklarına dahi saldırılan şehitlerimizin izinden gitmekle mümkün olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu