GüncelMakaleler

YORUM | Cudi’deki Ağaçlar Hepimizin Soluğudur!

Şovenizm, Kürt ulusuna yönelik her türlü katliamı, halkın sisteme karşı mücadele bilincini zehirlerken doğayı talan edilmesine karşı sesi de bastırmaktadır. 

Geçtiğimiz günlerde binlerce ağacın istif edilmiş bir biçimde yol boyunca dizilmiş kamyonlara yüklenip beklediği bir görüntü sosyal medyaya yansıdı.  Gerçekleşen doğa katliamı kapitalizmin her geçen gün yeryüzünde gerçekleştirdiği doğa katliamının olağan akışı gibi görünebilir. Ancak artık bu orman katliamını “olabilir” karşılayan bir noktada değiliz.

Toplamda buna karşı henüz yetersiz olsa dahi ciddi bir kamuoyu hatta sermayedarların bile ikiyüzlü ekoloji reklamları kullanarak geniş kamuoyuna cevap olmak istediği noktadayız.  Emperyalist-kapitalist sistemin tüm dünyada ciddi bir doğa talanına girişirken bu coğrafyada gerçekleştirdiği doğa katliamları özellikle Karadeniz’de, Ege’de ciddi bir sesle karşılanır halde. Ancak bu coğrafya açısından katliamın, soykırımın, asimilasyonun olağan hale getirilmeye çalışıldığı, Kürdistan’da doğa katliamları devletin pervasız pratiklerinin ufak görülen, sessizlikle karşılanan adımları olmuş durumda.

Yukarıda ifade ettiğimiz yol boyuna dizilmiş kamyonlarda bulunan ağaçlar da devletin Kürdistan’daki katliam politikasının doğaya yansımasının somut örneği. Cudi Dağının eteklerinde bulunan canlı yaşamın adeta evi konumunda bulunan geniş ormanlık arazi, bugünlerde devletin sıra sıra kamyonlara dizdiği “kereste” yığınlarına dönüştürülüyor. Bakanlık, Vali, Kaymakam, kayyum, ordu işbirliğinde bir doğa katliamı gerçekleştiriliyor.

Devlet bu katliamda blok tavır takınırken kamuoyu açısından bir sessizlik söz konusu. Ekolojik talanın Kürdistan’da gerçekleştiriliyor oluşu,  şovenizm ve devlet tehdidiyle suskunlukla karşılanıyor.

Sosyal medyaya yansıyan görüntülerin ardından  Şırnak Barosu açıklama yaparak ekolojik talana karşı kamuoyunu ses çıkarmaya devlet kurum ve kuruluşlarını bu talanı durdurmaya çağırırken bu çağrıya yönelik  GreenPeace’in cevabı başlı başına bir iki yüzlü politikanın tezahürü oldu. Doğayı odağına aldığını iddia ederek “sürdürülebilir bir yaşam” hedefiyle hareket ettiğini iddia eden GreenPeace, söz konusu doğa talanına karşı kendileriyle görüşen Baro yetkililerine “konunun uzmanlık alanı” dışında olduğu gerekçesiyle ellerinden birşey gelmediğini ifade etti.

Doğayı değil devleti, bu talanı gerçekleştiren sistemi karşısına almaktan öte mevcut sistemin her türlü talanı devam ederken sürdürülebilir bir yaşam bahsiyle kitlelerin bilincini zehirlemeye odaklanmış bu hareket olayı sistem sınırlarıyla ele aldı.

GreenPeace açısından, yaşanan bu durum birçok çevre örgütü ve aktivist açısından genel düşünüş halini almış durumda. İngiltere’nin Türkiye’yi atık deposu görerek Türkiye’deki doğa tahribatına karşı ses çıkarmak gerektiğini ifade ederken doğrudan TC devletinin bu konudaki işbirlikçiliğine sessiz kalan hareketler TC’nin içerde gerçekleştirdiği ekolojik yıkıma sessiz kalıyor.

 

Sistem doğa talanı ve yağma üzerine kurulu

TSK’nın gerçekleştirdiği hava bombardımanları sonucu her yıl yüzbinlerce ağaç yakılıyor. Dersim’de Hozat merkezden Aliboğazı’na uzanan hatta ormanlar kesilerek yol yapım çalışması altında arazi ağaçsızlandırılarak maden sahaları yaratılmaya çalışılıyor.

Erzincan’da altın madeni ocağının inşasında binlerce ağaç katledilip maden ocağı açılmış bu madende kullanılan siyanürün Erzincan’dan başlayarak Basra Körfezi’ne dek uzanan  Fırat Nehri’ni zehirlemesi bu yağma düzeninin somut göstergesidir. Sistemin sınırlarına hapsolmuş bir “ekoloji mücadelesinden” iklim adaleti olarak formülüze edilen eşitsizliğin zihinlerde nasıl bir eşitsizlik yarattığını tekrar tekrar gösteriyor.

Doğaya yönelik her saldırı özel olarak coğrafyamızda yaşayan insanları ekonomik, sosyal, sağlık alanında etkilerken tüm insanlık açısından ciddi bir yıkım yaratmaktadır. Bu durum tarihsel tecrübelerle birlikte kitleler açısından büyük oranda bilince çıkan, çıkarılan bir duruma dönüşmüştür. Birleşmiş Milletler ya da çeşitli şirketler tarafından ekoloji maskesiyle örgütlenen platformlar gelişen mücadelenin belli sınırlar içerisine hapsedilmesini hedeflerken kitlelerin özgün eylem ve hareketliliğinin sonucu olarak ortaya çıkan ekoloji örgütleri açısından bu sınırlar çerçevesinde kalınması kabul  edilemez.

Bu talanın sorumlularını tespit etmekten, sonuçlarının tüm insanlığı etkileyeceğini görerek aradaki diyalektik bağı göstermek zorundayız. Cudi Dağlarının eteklerinde talan edilen ormanlar doğrudan Kuzey Ormanlarının, Kaz Dağlarının yaşamımızı etkilediği gibi doğrudan oksijen kaynaklarının ortadan kaldırılmasına oradaki canlı türlerinin yok edilmesine dönük saldırılardır. Bu durum dahi herkesin sesini yükseltmesine, gerçekleşen talana “dur” deme sorumluluğunu açığa çıkartmaktadır.

Kürdistan’da GAP adı altında  gerçekleşen baraj projeleri baraj bölgelerinde bulunan bitki örtüsünü, habitatı sular altında bırakırken büyük yıkıma yol açmış bölgede yaşayan insanların geçim kaynaklarını ortadan kaldırmıştı. Bugün baraj projelerine ek olarak açılan maden ocakları talanı daha fazla derinleştiriyor. Ek olarak gerillanın doğal kamuflajı olarak görülen ormanlar ise hava bombardımanlarıyla yakılıp kesilerek ayrı bir doğa katliamı gerçekleştiriliyor.

Devletin emperyalist şirketlere ve işbirlikçisi konumunda bulunan şirketlere ham madde ve enerjiyi peşkeş çekmek için gerçekleştirdiği doğa katliamları gerillaya yaşayacak bir alan bırakmama iddiasıyla “güvenlik sorunu” iddia ediliyor.  Hava bombardımanlarıyla çıkarılan yangınların sorumlusu olarak ise gerillayı göstermeye çalışıyor.

Ancak gerçek şudur ki talan ve yağma üzerine kurulu bu sistem bir bütün olarak kurduğu sömürü ilişkisini doğayla da kurarak ortaya yeni sorunlar çıkarmaya devam ediyor, güvenlik sorunu tam olarak burada sistem karşısında doğanın güvenliği sorunu olarak karşımıza çıkıyor.  Bu anlamda doğanın savunulması halkın sorumluluğunda bulunuyor.

İnsana, halka doğaya düşman olan bu sistem her yanıyla yeni krizlere ve yıkımlara yol açmaya devam etmekte. Bu talan ve sömürü düzenine karşı doğamızı savunmak Kazdağları’ndan Cudi’ye Cerattepe’den Dersim’e uzanan  birlikte mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.

Şovenizm, Kürt ulusuna yönelik her türlü katliamı, halkın sisteme karşı mücadele bilincini zehirlerken doğayı talan edilmesine karşı sesi de bastırmaktadır.

O halde her alanda şovenizme ve doğanın talanına karşı mücadeleyi büyütme görevi karşımızda durmakta.  Bu sesi  birlikte yükselmek, doğayı birlikte solumak için zorunluluğumuz olmaktadır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu