Makaleler

Ortadoğu ve Kuzey Afrikaʼda tablo: Darbeler, firavunlar, katliam..

Mısır ve 2 yıldır savaşın hüküm sürdüğü, son olarak 1000’den fazla insanın kimyasal silahlarla katledildiği iddialarının geldiği Suriye ve El Nusra çeteleri tarafından her gün katliam haberlerinin yansıdığı Rojava başta olmak üzere en kanlı süreçlerinden birini daha yaşıyor.

Buna, son süreçte yeniden hareketlenen ve siyasi suikastların yaşandığı Tunus’u, mezhep temelli bir iç savaşa doğru yol alan Lübnan’ı vd. eklersek, emperyalistlerin çıkar ve çatışma alanı olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bugünkü kanlı tablosunu daha net olarak görebiliriz.

Egemen sınıfların ordularının, dışarıdan gelecek tehditlerden de önce içeride, rejimlerini tehdit eden muhalefete (ve varsa öncelikle de devrimci, komünist harekete) yönelik konumlandırıldığını Mısır örneği en açık haliyle göstermektedir. Dışarıda yüzyılı aşkın bir süredir girdiği tek bir savaşta zaferi olmayan ve fakat iç siyasetin direkt belirleyenlerinden ve ekonomik gücün yarıya yakınını elinde tutan Mısır ordusu, 3 Temmuz’da rejimi halktan korumak üzere yapmıştır darbesini.

(Mısır’da ordunun ülke ekonomisinde ilginç bir yeri var. Askeri sanayinin ülke ekonomisinin ne kadarını kontrol ettiğini tam olarak belirlemek mümkün değilken yapılan tahminler % 40’tan fazla olduğu yönünde. Ordunun ekonomideki yeri “Ordu A.Ş” şeklinde geçerken konu hakkındaki bilgiler devlet sırrı olarak sayılıyor ve konu hakkında araştırma yapan ve haber yayımlayan gazeteciler hakkında tutuklama kararı veriliyor. Askeri Üretim Bakanlığı, Arap Sanayileşme Örgütü ve Ulusal Hizmet Projeleri Örgütü’nün birlikte işlettiği fabrikalar oldukça yoğun. Ordu ayrıca devletin sahip olduğu çok sayıdaki holdingi denetliyor. Mısır’da ordu deniz taşımacılığı, petrol, doğalgaz ve yenilebilir enerjiden; gayrimenkul ve emlak sektörüne kadar uzanan çeşitli sektörlerdeki yatırım projeleriyle portföyünü genişletiyor ve çeşitlendiriyor. Ülke ekonomisinde böylesi bir yeri olan ordunun özellikle büyük çoğunluğunu işçi sınıfının oluşturduğu Tahrir Meydanı’ndaki toplumsal politik taleplere takınacağı tavır aslında bellidir.)

 

mısırDarbeye darbe diyebilmek de yetmez!

Mısır’daki darbeye karşı “en sert” tepkiyi gösteren ülkenin TC devleti olduğu doğrudur. Ancak hareket noktası yukarıda bahsettiğimiz olgu değildir elbette. TC’nin başbakanının artık günde iki kereye çıkardığı konuşmalarının vazgeçilmez konularından biri haline gelen Mısır, Erdoğan’ın dilinden özellikle de iç politikaya yönelik bir malzeme olmanın ötesine geçememektedir. Hatta o kadar ileri gitmektedir ki, 14 Ağustos’taki katliamın ardından istifa etmeden önce cumhurbaşkanı yardımcısı olan Baradey’in Nobel Barış Ödülü sahibi olmasını da diline dolayıp “Nobel”e bile seslenmişti. (“Ben şimdi Nobel’e sesleniyorum. Eyyy Nobel, sen nasıl barış ödülünü dağıtıyorsun ki askeri darbe yapanların yanında yer alıyor” (08.08.2013) Bir yandan tüm dünyaya (başta da Avrupa’ya) “kafa tutan”, iğneyle kuyu kazıp “darbenin arkasındaki” İsrail’i bulan, üst düzey bir İhvan yetkilisinin kızı Esma için gözyaşları döken Erdoğan, mesele Mısır’la ilişkilerin kesilmesi vb. konulara gelince dut yemiş bülbüle dönmekte, dilinden tek bir kelime çıkmamaktadır.

Erdoğan’dan ses çıkmasa da, Türk-Mısır İş Konseyi Mısır’daki süreçle ilgili “Türk iş adamları ve müteşebbisi Mısır’a olan desteğine ve yatırımına devam edecek. Söz konusu olaylar ticarete yönelik değil. O yüzden panik yok. İşler yolunda” (04.07.2013, Y. Şafak) açıklamasıyla TC’nin gerçek anlayışını ortaya koymaktadır.

AKP’nin ikiyüzlülüğünün, yalancılığının tek kanıtı bu değil elbette. Gezi İsyanı sürecinden bu yana artık manipülasyonu geride bırakıp açıkça yalan söylemeyi sistematik bir hale getirip alışkanlık yapan Erdoğan, Mısır ordusunun en büyük destekçisi ABD’ye ilişkin bir şey söyleyememektedir. Oysa ABD, 1972’den beri Mübarek, Mursi-MK ve son olarak darbe dönemlerinde de Mısır ordusuna kesintisiz yardımlarını devam ettirdi. Erdoğan’ın ABD’ye yönelik tek tepkisi ise, darbenin arkasında İsrail’in olduğu iddiasına Beyaz Saray’dan yanıt gelmesine oluyor. (“Ben burada Amerika’yı ifade etmedim. Ben burada İsrail’i ifade ettim. Peki Beyaz Saray’a ne oluyor da Beyaz Saray bunu konuşuyor?”

(-24.08.2013)

Ve meseleyi ele alışlarının iç politikaya yönelik olduğunun en önemli kanıtlarından biri de Mısır’da katliamların Müslümanlara yönelik yapıldığı iddiası oluyor. Mısır ordusunun en muhafazakar İslamcı ordu olduğunu bilmeyen yoktur. Buna rağmen, sanki özellikle Müslüman halk katlediliyormuş, İslamiyet’e yönelik bir saldırı varmış gibi beyanatlarda bulunan Erdoğan, gerçeği elbette bilmez değildir.

Nitekim son bir haftadır, parklarda-alanlarda Rabia işaretiyle Mısır’a destek verdiğini söyleyen kitleler dışında da Erdoğan’ı ciddiye alan pek var sayılmaz. (Erdoğan’ın, Mısır’daki darbenin sorumlusu olarak gösterdiği Fransız düşünür Bernard-Henr Levy: “Sayın Erdoğan sayıklıyor. Fransa’da aklını kaybettiği ve saçmaladığı konuşuluyor. Fransa’da ve ABD’de herkes ona gülüyor artık.” İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor “Bu da üzerine yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri.” vb.)

Erdoğan’ın bu bölgeye yönelik gözyaşları ve öfke hezeyanları ile süslü “hassasiyeti”nin sahtekarlığı elbette en çok da burnunun dibinde yaşananlara yönelik tavır ve söylemleri ile ortaya çıkıyor. Esma için gözyaşları dökerken, Roboskî’nin çocuklarını katledenleri ödüllendiriyor, polis ve sivil faşistlerce öldüresiye dövülen Ali İsmail Korkmaz’ı kulak ardı edip Ethem’in kafasına sıkılan polis kurşununu görmüyor vb. vb. Bu duruma bakıp da Erdoğan’ın tutarsız olduğunu söylemiyoruz. Çünkü Erdoğan bu katliamların birinci dereceden sorumlusudur ve eserine bakıp da ağlamasını beklemek insafsızlık olur. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bir yandan Mısır’daki darbeyi lanetleyip, diğer yandan ilişkilerini aynen sürdürüyor olması akıttığı gözyaşlarının timsah gözyaşları (üstelik hipermetrop bir timsahın) olduğunu söyleyebiliriz.

 

suriye çeteSuriye’de kimyasal silah iddiaları

Ortadoğu’nun en sıcak gelişmelerinin yaşandığı sınır komşusu Suriye’de ise en son Esad’a bağlı güçler tarafından yapıldığı iddia edilen katliamda kimyasal silah kullanıldığı iddiası ortaya atıldı. Şam’ın Doğu Guta bölgesinde çoğu çocuk ve kadın 1000’in üzerinde insanın katliam görüntülerinin tüm dünyaya yayılmasıyla tartışma büyüdü. Zira, ölenlerin bedeninde hiçbir darp ya da kurşun vb. izi görünmezken, ölenlerin ağızlarında köpük olması, gözlerinin donuk bakışı vb. görüntüler kimyasal silah (büyük ihtimal sarin gazı) kullanıldığına dair şüpheleri doğrular nitelikte.

Ancak asıl mesele, bu katliamı kimin yaptığıdır? Zira Birleşmiş Milletler’in kimyasal silah uzmanlarının ülkede denetleme yaptığı sırada böylesi bir olayın meydana gelmesi, ayrıca Esad’ın muhalif güçlere karşı bir üstünlük yakaladığı süreçte gerçekleştirilmesi Şam yönetimini olasılıkların biraz daha uzağına iterken, ANF’nin haberine göre, Suriye devlet televizyonu ordunun Şam’da yeraltı tünellerinde muhaliflere ait kimyasal silahlar bulduğunu ileri sürdü.

Bu olay üzerine Irak işgali öncesi ABD emperyalizminin dünya kamuoyuna yönelik kimyasal silah vb. üretimini işgale dayanak yapması akıllara ilk gelen örnek oluyor. Bu hatırlatma, Esad’ın kimyasal silah kullanamayacağı ya da kullanmadığı anlamına gelmiyor şüphesiz. Esad’ın bir diktatör olarak umursayacağı en son şey halkın canıdır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz gibi bir süreçte böyle bir işe kalkışır mı kalkışmaz mı, işte orası muğlaktır. Ya da Esad yönetimini askeri bir müdahaleyle devirme planlarını ertelemiş görünen batılı emperyalistler için böyle bir iddia işgal bahanesi yapılır mı? Bu da süreç açısından zor görünüyor. Yoksa şu an bir askeri müdahale niyetinde olsalar Guta katliamı, “I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı çıkartan Sırp Prensinin öldürülmesi olayı”ndan daha sağlam bir gerekçedir emperyalistler açısından.

 

Dikkat! Demokrasi paketi geliyor!

Ülke gündemini meşgul eden konulardan biri olarak kısaca “çözüm” sürecinin bir karşılığı olarak gündeme gelen “demokrasi” paketi tartışmaları belli bir olgunluğa ulaşsa da bir sonuç alınmış değil. Erdoğan’ın “anadil kabul edilemez”, “seçim barajı düşmeyecek”, “af yok” vb. vb. hezeyanlarıyla şimdiden içeriği belli olan “demokrasi” paketi, kırıntı bile getirmeyecekken, ne tür yeni saldırıların zemini yapılacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Bizler için demokratik mücadele, demokrasi için mücadele elbette çok önemli bir yerde duruyor. Ancak AKP hükümetinin ya da daha da doğrusu TC devletinin her paketinin içinden bu ülkenin halkına hep “taş” çıktı. Tıpkı Wan depremi sonrası yardım paketinin içine taş koyup gönderen faşistler gibi AKP de, demokrasi paketini, devrimciler ve yurtseverler başta olmak üzere halka yönelik daha büyük saldırıların habercisi yapacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu