Yorum

MİT krizinden dershane krizine…

2012 Şubat başında başlayan MİT krizini dershane krizine bağlayan içinde bulunduğumuz süreç, Türk egemen siyasetinin olabildiğince pragmatik olan sınırlarını göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır. AKP’ye kapatma davası açılmasıyla açıkça gün yüzüne çıkan ve Ergenekon davasıyla perçinlenen pragmatik AKP-Cemaat ittifakı, ilkin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş’in Oslo Görüşmeleri’ne ilişkin ifadeleri alınmak üzere özel yetkili savcılık tarafından çağrılmalarıyla ilk çatlağını sunmuştu. İlgili savcının okyanus ötesinden talimatla hareket ettiğine şüphe duyulmamış ve Hakan Fidan devamında zaman içerisinde uzayacak bir “yedirilmeyecekler” listesinin en başına konulmuştu. Hemen ardından emniyetin Cemaatçi oldukları bilinen bilhassa istihbarat kadroları pasif görevlere kaydırılmış, birçok polis müdürünün atama yoluyla görev yerleri değiştirilmişti. Bir müddettir onarılmış görünen bu çatlaktan yeniden ve daha şiddetli bir şekilde sızıntı olmaya başladı. Dershanelerin kapatılması için yasa tasarısı yapıldığı haberini manşetine taşıyan Cemaat gazetesi Zaman, haber yapmakla kalmıyor belki de kesin ayrılığın erken duyurusunu yapmış oluyordu.

 

AKP-Cemaat: Kılıçlar çekildi

Anında karşılıklı atışmaların sürdüğü son bir haftadaki açıklamalar, çatışmanın danışıklı bir dövüş olmadığının emarelerini yeterince ortaya koymaktadır. Hükümet kanadından yalanlanmayan ve en son Başbakan tarafından bir dahaki Bakanlar Kurulu’nda sonuca bağlanacağı kesin bir dille belirtilen dershane meselesinde hükümet daha yumuşak bir dile ve yönteme başvurmaya çalışsa da çatışma ivme kaybedecek gibi görünmüyor.

“Eğitime büyük darbe” manşetiyle yayımlanan 14 Kasım tarihli Zaman gazetesi, dershane yasa taslağının duyurusunu yaparken bu yasanın sıkıyönetim-darbe uygulamalarına benzediğini söylemekten de çekinmemişti. Oysa kısaca Cemaat olarak anacağımız Gülen Hareketi’nin tam da darbe ürünü olduğu, 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın toplumu şekillendirmede yüklendiği misyonerlik gayesi herkesin malumu iken darbecilik ithamı ile mağdur rolüne sarılmasını riyakârlıkla açıklamak mümkün görünmüyor.

“Eğitime büyük darbe” manşetine hemen ertesi gün hükümet gazetesi Sabah “Dershaneler için kara propaganda” manşetiyle karşılık verirken görece gizli çatışmanın örtüsünü kaldırıp atıyordu. Dershanelerin kapatılması yasa tasarısı ile zirve yapan bu çatışmada iki tarafın varlığı bizzat Tayyip Erdoğan tarafından ifade edilirken tam da “karşı taraf” gibi çiğ bir ifadenin kullanılması kadim koalisyon ortağı Cemaat cephesinde “kalp kırıklığı” olarak anında yansıyacaktı.

Karşılıklı açıklamalar, karşıtına “darbeci, firavun – komplocu, fitne fesat” gibi tabirlerle sert bir üsluba dönüşmüş olsa da farklı da olsa geçişken tabanlarını kaybetmemeye ya da karşı tarafın tabanını kazanmaya yönelik “kalp kırıklığı, üzüntü” gibi naif kelime tercihleri ile söylem yumuşatılmaktadır. Yine de asıl olan çatışmanın derinliğidir. Bilhassa Cemaat açıklamalarını, inkâr etseler dahi “Erdoğan’sız bir AKP operasyonunu” komplo teorisi olmaktan daha gerçekçi kılmıştır. 22 Kasım tarihli Zaman gazetesi Fethullah Gülen’in 1991 yılında Yeni Ümit isimli dergide yayımlanan “Lider” başlıklı yazısını yeniden yayımlama gereği duyarken, güneş zannedip alkışladıkları, yıldız sanıp arkalarına düştükleri ateşböceği Tayyip’i artık kendi liderleri olarak görmediklerini de ilan etmişti.

Artık kılıçlar çekilmiştir. AKP, Cemaat’in adeta can damarına basmış, nüfuz kaynağını ortadan kaldıracak bir hamleye girişmiştir. Zira Cemaat, dershanecilik yoluyla yetiştirdiği kadroları özellikle emniyet ve yargı gibi kurumlarda konumlandırarak devlet katında güçlü bir kadrolaşmaya gidebilmektedir. Üstelik bu kadrolaşma “hizmet” aşkı sayesinde güya Cemaat’in tüm bileşenlerinin faydasına olacak şekilde bir dayanışmayı mümkün kılmaktadır. Üstelik ülke çapında sayısı 3600’den fazla olan dershanelerin yaklaşık dörtte birinin doğrudan Cemaat’e ait olduğu düşünüldüğünde bunun getirdiği ekonomik kazancın ciddi bir pay olduğu da göz ardı edilecek gibi değildir.

O nedenle Cemaat, yasa tasarısına karşı özellikle sosyal medya üzerinden geniş bir kampanya yürütmenin telaşına düşmüş, gazete ve televizyonları aracılığıyla kullanabileceği bütün argümanlarla savunma dilini kullanır gibi görünse de saldırıya geçmiştir. Bu bağlamda, dershanelerin üniversiteye yerleşme noktasındaki eşitsizliği gidermek, yoksul ailelere mensup öğrencilerin de üniversite okuyabilmesini sağladığını, aynı zamanda binlerce öğretmene iş kapısı olduğu argümanlarını yoğun bir şekilde işlemektedir.

Aynı Cemaat, geçtiğimiz cumartesi Kızılay’a yürümek isteyen eğitim emekçisi öğretmenlere yönelik polisin azgın saldırısı karşısında ise sessizliğini korumakla yetinirken, #ÖğretmenlerMutsuzÇünkü hashtaginde “biz, size dua ettik” ve hatta “ille de sen dedik” arabeskliğini takınarak saçmalamaya devam etmiş, o sırada öğretmenlerin hastanelik olduğuna, kalp gözleri bilinmez ama gözlerini kapatmışlardır. Gözlerini kapatmışlardır zira her ne kadar farklı dini akımlar olsalar da emek bahsinde, emekçilere yaklaşımda aynı ideolojik kampın ayrılmaz müttefikleridir.

 

Benzer argümanlar

Dershane meselesi, çatışmanın önemli bir konusu olsa da asıl olan iktidar paylaşımına ilişkin husumettir. O nedenledir ki, Cemaat bir yandan temelsiz eşitsizlik-yoksulluk-işsizlik argümanlarıyla tabana oynarken, diğer yandan sözcülük eden gazeteciler ve Yazarlar Vakfı eliyle yaklaşan yerel seçimde Cemaat’in AKP’ye karşı kritik yerlerde rakip parti veya adayı destekleyeceği tehdidini savurmaktan da geri kalmamıştır. Başkaca ittifaklara girişebileceklerini, hem AKP içinden milletvekili ve kadrolara hem de AKP dışından CHP ve MHP milletvekillerine medya organlarında söz ve yer vererek belli etmiş; hatta Samanyolu Haber’de güzellemeler yapılarak Hakan Fidan’a dahi göz kırpmak esnekliğini gösterebilmiştir.

Milli Eğitim Bakanı’nın son açıklaması, her ne kadar yumuşatıcı öğeler içerse de dershaneleri kapatmayı, özel okula dönüştürmeyi düzenleyen yasa tasarısının en azından ertelendiği kararının bulunmadığı, yasanın tamamen uygulanması süresinin uzatılacağı gibi tavizden bile sayılmayacak bir değişikliği içermektedir. Sonra Erdoğan, Trabzon’da yaptığı açıklamayla kararlı olduklarını ancak özel okul açmak isteyen dershanelere teşvik primi, vergi muafiyeti, ücretsiz enerji ve hatta öğrenci garantisi gibi bütün olanakları sunacaklarını belirterek Cemaat’i ikna edemese dahi diğer büyük dershaneleri kendi yanına çekebilecek bir taktiği akıl edebilmiştir.

Oysa birkaç gündür bunlarında işledikleri argümanlar farklı değildi. Dershanelere daha çok kolej ve Anadolu ve Fen Lisesi öğrencilerinin gittiği, ezici çoğunluğun bu imkândan yoksun olduğu, devletin ders açığını kapatarak eşitsizliği ortadan kaldıracağı, dershanelerin kapanmasıyla işsiz kalacak kırk yaş ve üstü öğretmenlere kadro açılacağı gibi Cemaat’le aynı derecede göstermelik kaygılardan hareket ettiklerini söylemektedirler. Hatta Tayyip, o kadar ileri gitmiştir ki, en düşük dershane ücretinin 2000 lira olduğunu, ama asgari ücretin 800 lira olduğunu hatırlayabilmiştir. Bunu çözmenin yolu olarak özel okulların sunulması nasıl bir garabettir, anlamak mümkün değil!

AKP, her ne kadar bu yasa tasarısının zaten üç yıldır gündemlerinde olduğunu, bu nedenle Cemaat’e yönelik bir hamle olarak anlaşılmasının yanlış olduğunu söyleyerek ortamı yumuşatmaya çalışsa da çözüm olarak sunduğu projenin somut karşılıktan yoksun olması, eğitim alanının çok büyük sorunlar içermekle birlikte bunun dershane sorununa indirgenemeyeceği gerçeği karşısında bunun açıktan yürütülen bir savaşın manevrası olduğu anlaşılmaktadır. Halkın, demokratik kamuoyunun, eğitimcilerin, öğrencilerin parasız, bilimsel, anadilde, demokratik eğitim talebi yıllardır dillendirilmektedir. Bu talebe karşılık devletin yanıtı AKP döneminde de değişmiş değildir. Aksine her türlü şiddeti içeren bir saldırıyla bastırılmış bir talep değildir. Oysa bu talebin arzı ne dershaneler, ne de özel okullardır.

Muhtemeldir ki, bu kavga AKP’nin kendi içinde de bir çatlak oluşturacaktır. Kütahya Milletvekili olmakla özgül bir ağırlığı bulunmayan İdris Bal, sadece dershane kararına muhalefet ettiği için değil, muhalefet etmekle kalmayıp Erdoğan’ın sözlerini alıntılayıp karşı çıktığı için kesin ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edildi. Bu olay bile tek başına çatışmanın derecesine dair bir gösterge sunmaktadır. Ne var ki, özgül ağırlığı olanların durumu da pek iç açıcı değildir. Tayyip’in ters köşe yapmaktan zevk aldığını düşünebileceğimiz hükümet sözcüsü Bülent Arınç, dershaneler konusunda açıklama yaptıktan sonra gazetecilerin ısrarcı detay sorularına “Dershanelerle ilgili düşündüğümüzü ne etüd merkezleri ne de okuma salonları için düşünmüyoruz. Yüreğinizi soğutun. Bunu başkası söylese dikkate almayabilirsiniz ama ben söylüyorum şeklinde yanıt verdi.

Ters köşe zevki karşılıklı olsa gerek. Arınç, Tayyip tarafından muhtemelen bir kez daha yanıltılacaktır. Üstelik kişisel iktidarın parti içinden parti dışına yayıldığı ve yayıldığı müddetçe de parti içindeki etki gücünü artırdığı koşullarda siyaseten olmasa da kişisel nedenlerle, nefes almak adına dahi ayrılıkların yaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu