Makaleler

Küresel Devrim Yüzyılı…

1990’ların ikinci yarısında Davos ve Seattle’de küreselleşme sürecinin sorunlarını tartışan dünyanın “efendileri” birçok konuyu gündeme alıyordu. O günlerde ifade ettikleri -ki bu ifade kendi korkularını da içeriyordu- “21. yüzyılın ayaklanmalar yüzyılı olacağı” tespitinin önemi bugün daha iyi anlaşılıyor. Emperyalistlerin ve uşaklarının korkularını ifade ettikleri yüzyılın daha ilk çeyreği yarılanmışken, isyan eden, direnenler kervanına Türkiye de katıldı.

Gezi Park olayları ile başlayan ve ülkenin dört bir yanına yayılan direniş üzerine burjuva-feodal basında hayli detaylı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bu değerlendirmeler Wall Street eylemlerine benzetenlerden tutalım da Mısır ve Tunus’la özdeşleştirenlere kadar geniş bir yelpazede kendisini gösteriyor. Ancak “küreselleşme” olarak kodlanan emperyalizm bu sürecin dışında tutularak, dünya halklarının isyan ve direnişleri birbirleriyle kıyaslanarak, her direnişin her isyanın kendine özgü yönleri ön planda tutularak, ortak noktaların üstü kapatılmak isteniyor.

Şüphesiz ki bütün bu isyan ve direnişlerin kendine özgü yönleri var. ABD’deki Wall Street eylemleri, kapitalizmin krizinin kendini iyice hissettirdiği şartlarla, ABD’deki gelir dağılımlarındaki eşitsizliğin dayanılmaz bir noktaya erişmesiyle birlikte, halkın finans kuruluşlarını hedefe koyarak Zucotti Park’ı işgal ederek cereyan ediyordu.

Mısır ve Tunus’ta yaşananlar ise ciddi işçi grevlerinin/eylemlerinin geliştiği şartlarda, en ufak bir demokratik hakkının olmamasına isyan eden halkın büyük bir isyanıydı. Bardağı taşıran damlanın üniversite mezunu olan ve işportacılıkla geçinmeye çalışan Said Bouazizi’nin kendisini yakması olsa da Mısır ve Tunus’ta halkın hedefinde ülkeyi yöneten diktatörlerin devrilmesi vardı.

Ülkemizde de hepimizin gördüğü gibi Gezi Park’taki ağaçların yok edilmesini engellemeye çalışanların üzerine bir polis klasiği olarak azgınca saldırılması bardağı taşıran son noktayı oluşturdu. Burjuva-feodal kalemşorlara göre de son yıllarda dünya genelinde kendisini gösteren bu eylemlerde biçimsel benzerlikler dışında herhangi bir ortak nokta bulunmuyor.

Güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi gerçekler de demagojilerle, yalanlarla ortadan kaldırılamıyor. Emperyalist-kapitalist sistem, genel krizinden çıkmak için 1980’lerde neo-liberal politikaları devreye soktu. Bu politikaların özelliği kapitalizmin aşırı üretim sorununun dönemsel olarak çözülmesi, sosyalizmin özde tasfiye dilmesiyle oluşan uygun siyasal ortamla ve gelişen teknolojiyle birlikte üretim maliyetlerinin düşürülmesiydi. Bunun anlamı işçi sınıfı ve ezilen halkların adım adım büyük bir sefalet içerisine mahkûm edilmesiydi. O günlerden bugünlere, birçok araştırmanın da gösterdiği gibi bütün göstergeler de bu durumu kanıtlamaktadır.

Emperyalizmin uygulamış olduğu neo-liberal politikalar her ülkede aynı düzeyde seyretmediği gibi, ülkelerin tarihsel şartları, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadeleleri sonucu oluşan duruma uygun politikalar devreye sokuldu. Aynı amaç için her ülkede farklı somut politikalar uygulandı. Mısır, Tunus gibi ülkelerde diktatörlükler sağlamlaştırılırken, Türkiye gibi ülkelerde yapılan askeri darbelerle sürecin önü açılarak, daha farklı yollar tutuldu.

Emperyalistlerin ve uşaklarının uygulamış olduğu bütün bu politikalar, dünya genelinde işçi sınıfının ve halkların sistemle olan çelişkilerinin keskinleşmesiyle sonuçlanmaktadır. Artık emperyalistler ve uşakları açısından bu yüzyıl sorunlu başladığı gibi, dipten gelen dalganın yüzeye çıkmasıyla birlikte bütün korkularının nasıl bir bir gerçekleştiğini hep birlikte göreceğiz. Burjuva yazarlar istedikleri kadar demagoji yapıp dursunlar, “küresel öfke” yüzyılı aynı zamanda “küresel isyan” yüzyılı olup akacak ve bu isyanlar da 21. yüzyılda ezilen halkların ve işçi sınıfının yeniden egemenliği eline alacağı, devrimlerin yeniden hayat bulacağı yüzyıl olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu