Makaleler

Kemalizm’in güncel bir yorumu olarak AKP

Kemalizm’in güncel bir yorumu olarak AKP

AKP hükümeti, imaj tazeleme operasyonunda giderek vites büyütüyor. Televizyon ekranlarından eksik olmayan Erdoğan, bir açılıştan diğerine koşturuyor, yüzlerce spor tesisinin açılışını aynı anda İstanbul’da yapıyor. Asrın projesi Marmaray, devlet kademesinin yekvücut katılımıyla büyük bir “ihtişam”la açılıyor. Açılışa dünyanın dört bir yanından devlet başkanları, başbakanlar çağrılıyor. AKP’nin medyadaki sesleri, gece-gündüz hükümetin icraatlarından söz ediyor. Köşe yazarları, hizmetleri ve projeleriyle AKP hükümetinin öncekilerden ve bugünkü rakiplerinden farklarına dair yazıp çiziyor. 29 Ekim gibi tarihsel bir güne denk getirilen “icraat şov”larının belli bir plan dâhilinde, yerel seçim hedefiyle ele alındığı anlaşılıyor. Tüm bunların “demokratikleşme paketi”nin rüzgârı eşliğinde ilerlediğini de söylemek gerekiyor.

AKP, bir yandan hizmetleri öte yandan demokratikleşme alanında attığı “cesur” adımlarla, özgürlüklerden yana bir parti imajını çizmeyi amaçlıyor. Türban tartışmalarının zamanlaması da ele alınış biçimi de bu yaklaşımın izlerini taşıyor. Toplumu laik-gerici çatışması içinde kontrol altında tutma, sömürü ve zulme yönelik öfkeyi, böylece sistem içine kanalize etme politikası Osmanlı’ya kadar dayanıyor. Geniş emekçi yığınlar, “din düşmanı” laik-Kemalistler ile gerici-şeriatçılar olarak ayrıştırılarak sisteme yedekleniyor. Sistemin işleyişi konusundaki yaklaşımları, temelde birbirlerinden farkı olmayan düzen partileri, yürüttükleri propaganda ile kitleleri manipüle ediyor. Ülkemizde bunun kaba haliyle CHP’de Kemalizm/laiklik, AKP’de ise gerici, muhafazakârlık şeklinde karşılık bulduğu söylenebilir.

Hâkim sınıf klikleri arasındaki çıkar dalaşı, sözünü ettiğimiz bu biçimler altında yığınları da parantezine alarak kesintisiz bir şekilde sürüyor. AKP’nin gücünü artırması ve devletin merkezi düzeydeki birçok organında örgütlenmesiyle daha da gerilen bu kavganın işçi sınıfı ve emekçilerin kavgası olmadığı ise çok açıktır. Zira, kim hükümet olursa olsun emperyalistlerle kurulan ilişkinin niteliği değişmiyor, sömürü ve zulüm saltanatı sürüyor. Düzen partilerinin öne çıkardığı temel başlıklar, yarattığı kimi gündemler bir yana onların gerçek niteliğini belirleyen belli başlı noktalardan birini uyguladıkları ekonomi politikaları oluşturuyor. Türk hâkim sınıflarının resmi ideolojisi Kemalizm’in ekonomi alanındaki anlayışı, tüm düzen partileri için temel referanstır.

 

İzmir İktisat Kongresi

Bu bağlamda, yola, muhafazakâr, demokrat söylemi ile başlayan ve 10 yılı geride bırakan hükümeti boyunca anti-Kemalist olmakla suçlanan AKP’nin Kemalizm’i katıksız bir şekilde savunduğunu söyleyebiliriz.

30 Ekim–1 Kasım 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen 5. İzmir İktisat Kongresi’nde konuşan Erdoğan’ın, birinci kongrede alınan kararları ve M. Kemal’i sahiplenerek, sarf ettiği “Cumhuriyet 76 milyonunsa cumhuriyetin kazanımları da 76 milyonundur. Belli bir zümrenin değildir “ sözleri tartışmaya değer.

AKP hükümetinin, bu iddialı çıkışının pratikteki karşılığına bakmadan önce İzmir İktisat Kongresi’nin içeriğine bakalım. Lozan görüşmelerine 4 Şubat 1923’te ara verilmesiyle kolları sıvayan Kemalistler, 17 Şubat–4 Mart 1923 tarihleri arasında 1. İzmir İktisat Kongresi’ni topladı. Bu kongre, Türk hâkim sınıflarının bugüne kadar uygulaya geldiği ekonomi politikalarının temellerini attı. Sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslüman olmayan azınlıkların “elinden kurtarılması” kongrenin ana fikrini oluşturuyordu.

Türk hâkim sınıflarının, emperyalistlerle kuracağı ilişkinin nasıl olacağını ise M. Kemal şöyle tarif ediyordu: “Efendiler iktisat sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunmasın ki biz ecnebi sermayesine hasım bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimizi çok vasidir (geniştir) Binaenaleyh kanunlarımıza riayetkar olmak şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız ve şayan-ı arzudur ki-ecnebi sermayesi bizim sermayemize ve servet-i sabitimize inzimam etsin[katılsın] …”   (Partizan, sayı 81, syf: 144)

M. Kemal’in bu sözleri Türk hâkim sınıflarının, emperyalistlerle nasıl ilişkileneceğini de gösteriyordu. Kemalistler, Osmanlı’dan kalan Düyun-u Umumiye borçlarının ödenmesini kabul ettiler. 1 Eylül 1916’da İttihat ve Terakki hükümetiyle imzalanan düşük gümrük tarifesini 5 yıl daha uzattılar. Resmi tarihin ve Erdoğan’ın aksine kongreye tüm toplumsal kesimler değil o günün kompradorları, büyük tüccarları ve büyük toprak ağaları katıldı: “Sosyal sınıflar sözünü ağza almamak gibi bir ilkeden yola çıkılarak, kongreye ‘mesleki zümreler’ çağrılmıştı. Aslında bu kongrede temsil edilenler sadece egemen sınıflardı… İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresinde sadece birbirine hasım belli başlı üç sosyal kategori yani büyük ticaret burjuvazisi, büyük arazi sahipleri ve bürokratlar tartışmak üzere karşı karşıya geliyorlardı.(Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Cilt 3, syf: 79, S. Yerasimos)

İktisat Kongresi, Türk hâkim sınıflarının, uluslararası sermayeyle daha fazla ilişki kurmayı, ülkemizin yer altı ve yer üst kaynaklarını peşkeş çekmeyi, taşeronluk yapmayı temel yaklaşım olarak belirlemişti. Bu aynı zamanda Kemalizm’in ekonomi politikasıydı.

 

Erdoğan, M. Kemal’in Yolunda!

Kongrede konuşan Erdoğan’ın, “özelleştirmeler yavaş gidiyor” eleştirisi yapan AB’ye sert çıkarak, dile getirdiği “Özelleştirmeyi en başarılı şekilde yürüten ülke şu anda Türkiye’dir ve bizim iktidarımızdır“ sözleri M. Kemal’in yolunda sebatla ilerliğini ispatlıyor. Bu da gösteriyor ki, AKP de tıpkı CHP ve diğer düzen partileri gibi hâkim sınıfların çıkarlarının bir ifadesi olan Kemalizm’in ekonomi politikalarını rehber alıyor. AKP hükümetinin 10 yıllık pratiği bunun sayısız örneği ile dolu.

AKP, özelleştirme, taşeronluğun yaygınlaştırılması, esnek çalışmanın hayatın her alanında egemen hale getirilmesi konusunda, 10 yıl içinde rekor kırarak, tarihi mesafeler kat etti. Özelleştirme uygulamalarına 1986 yılında başlayan Türkiye, 25 yılda 42 milyar 33 milyon 904 bin dolarlık özelleştirme yaptı. Bunun 34 milyar dolarlık bölümü AKP döneminde gerçekleşti. 58., 59. ve 60’ıncı AKP hükümetleri döneminde yapılan özelleştirmelerin toplam özelleştirme içindeki payı yüzde 80’i buldu.

TC 80 yılda (1923–2002) 44 milyar Dolar cari açık verirken, son 10 yılda (2003- Mart 2013) bu rakam 350 milyar Doları buldu. 2002’de 129,6 milyar Dolar olan TC’nin toplam dış borcu, 2012 sonunda 336,9 milyar Dolara fırladı. Bugün ülke nüfusunun yüzde 30’u yoksulluk sınırında yaşıyor. TÜİK’in 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre, nüfusun yüzde 20’lik kesimi, gelirin yüzde 46,6’sını kazanırken, en alttaki yüzde 20’lik nüfus gelirden sadece 5,9’luk pay alabiliyor.

DİSK-AR’ın 4 kişilik bir ailenin sağlıklı bir biçimde alması gereken kalori miktarı üzerinden hesaplanan beslenme kalıbı dikkate alınarak hazırladığı raporun sonuçlarına göre, 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 1061, yoksulluk sınırı ise 3354 TL’dir. Tek kişinin çalıştığı, iki çocuklu bir asgari ücretli işçi ailesinin ile birlikte aç kalmadan yaşaması mümkün değil. Söz konusu işçi asgari ücret geliri ile başka bir harcama yapmasızın ancak 22 gün ailesi ile birlikte karnını doyurabiliyor. Kalan 8 gün açlığa mahkûm. İnsanca yaşamak için asgari ücretlinin geliri ise sadece 1 hafta yetebiliyor.

Gerçekler bütün gürültüsüne rağmen AKP hükümetinin, TC’nin kuruluşundan bu yana egemen sınıfların, yaşama geçirdiği sömürü ve zulüm politikalarını büyük bir ustalıkla yaşama geçirdiğini ortaya koyuyor. Elbette tüm bu gürültünün nedeni ise işçi sınıfı ve emekçi yığınların bu gerçeğin farkına varmasından duydukları korkudur. Gerçeğin üzerine çekilen bu perdeyi parçalamak elbette mümkün. Gezi İsyanı, hâkim sınıfların emekçi yığınlar karşısında ne kadar çaresiz kaldığını gösterdi.

Korkularını daim kılmak için mücadeleye!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu