Kadın

Eyvah! TC kadına yönelik şiddete de “sıfır tolerans” dedi!

Geçtiğimiz günlerde “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, 121. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında, aralarında TC’nin de bulunduğu 13 ülke tarafından imzalandı. (Sözleşmeyi imzalayan diğer ülkeler Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg.) Yeni “övünç kaynağımız” bu! Sözleşmeye ilk imzayı, Türkiye adına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu attı.

Sözleşme burjuva-feodal basın tarafından kadına yönelik şiddete karşı “dönüm noktası” olarak takdim edildi. Sözleşme ile “kadına yönelik şiddetin ilk kez açıkça insan hakkı ihlali ve ayrımcılık olarak tanımlandığını ve imzacı ülkelerin, koruma tedbirlerini hayata geçirmekle yükümlü kılındığı” iddia ediliyor! Sözleşmenin 4 ana ilkesi var. İngilizcede dört kelime de “P” ile başladığı için “Dört P” olarak anılan ilkeler şöyle: Önleme (prevention), yargılama (prosecution), koruma (protection) ve politika (policy).

Sözleşme, devletin kadına yönelik şiddet konusunda sorumluluktan muaf tutulamayacağını vurguluyor/Devletler kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetle mücadeleyi sağlamak üzere ceza hukuku alanında somut önlemler almakla yükümlü/Şiddet gören kadınlar için sığınmaevi ve 24 saat hizmet veren çağrı merkezleri bulunması şartlar arasında/Cinsel şiddete uğrayan kadınlar için mağdurun kolay erişebildiği, fiziki ve psikolojik tedavi ve destek sağlayacak merkezler kurulmalı/Koruma emirleri zaman geçirilmeden çıkarılmalı, kadın şikâyetini geri çekse de savcılar soruşturmayı devam ettirmeli/Zoraki evliliklerin, ekonomik ya da yönetimsel bir külfet oluşturmadan feshine imkân tanıyıcı yasal düzenlemeler yapılmalı/Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle ilişkili iltica talepleri ve geri göndermeme ilkesi konusunda güvenceler getiriyor.

Hepsi iyi, hepsi hoş… Ki zaten biz de, şiddete karşı mücadele eden tüm kadınlar ve kadın kurumları da bu talepleri sahipleniyor ve/veya destekliyor. Ama sözleşmeyi inceleyip, bir de Türkiye’de kadının durumuna ve yaşamlarımıza baktığımızda ilk aklımıza “Lafla peynir gemisi yürümez” sözü geliyor. Neden mi? İki neden var: Sözleşmenin kendisi ve Türkiye…

Sözleşme yukarıda saydığımız gibi olumlu birçok talebi barındırsa ve devletleri “bağlayıcı” durumda kabul etse de, sözleşmeyi ihlal eden devletlerin nasıl yargılanacağı muamma… Mesela mağdur olan kadına devlet tarafından tazminat ödenmesi gibi bir yaptırım söz konusu değil. Her ne kadar denetim konusunda 10-15 kişilik uzman bir denetim komitesi ile çalışılacağı söylense de bu komitenin denetleme “sınırları” nereye kadardır; işte bu noktalarda bir cevap alamıyoruz. Hemen her “olumlu”  uluslararası sözleşmelerin kaderi olan bu “muamma” burada da geçerli.

Gelelim Türkiye’ye… Söyleyecek çok söz yok aslında, sürekli bunu konuşuyoruz. Sonuçta bu sözleşme, kadına yönelik insan hakları ihlallerine karşı imzalanan ilk sözleşme değil. Peki diğer sözleşmeler uygulandı mı? Hayır! Peki bu sözleşmenin uygulanacağına dair hiçbir ipucu var mı? Kadına yönelik şiddette kadını suçlayan, şiddet olaylarını “münferit” gören, bakanlıktaki “kadın” ismine dahi tahammül edemeyerek “aile”ye çeviren pratikler dışında hiçbir adım göremiyoruz. Ki bu adımların hiçbiri de şiddetle mücadele adımı değil, aksine şiddeti kurumsallaştıran adımlar.

Sözleşmenin 4 temel ilkesinden hangisine uyar peki TC? Önleme? Ayşe Paşalı’yı hatırlatırız! Yargılama? N.Ç davasını unutmayın! Koruma? Hülya Tazegül olayına bir bakın o zaman! Politika? “Hadım da hadım” ve “üç çocuk” takıntılı bir hükümet var karşımızda! Yani dörtt sıfır!

İddia şu: Türkiye, kadına yönelik şiddete “sıfır tolerans” dedi! Eyvah! Şimdi ne yapacağız? En son işkenceye “sıfır tolerans” dediğinde gözaltında insanlar işkenceyle öldürülmüştü. Şimdi de sokak ortasında, evinde, işyerinde ölü kadın bedenlerinin sayısı mı artacak acaba?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu