Makaleler

Her duvar yıkılmak için vardır!

AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in katıldığı bir TV programında cemevleri için “terör yuvası” yorumunda bulunması birçok kesimce tepkiyle karşılandı. Kendisini farklılıkların, yaşam tarzlarının güvencesi ilan etmiş olan Başbakan ve diğer AKP cenahında ise tek bir yorum yapılmadı.

ODTÜ’de kendilerine hakaret eden iki türbanlı kadını ODTÜ öğrencileri yerleşke dışına çıkardı diye, eğitim hakkının gasp edilmesinden başlayarak söylenmedik söz bırakmayan cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm politikacılar, yazar-çizer tayfası Metiner’in bir inanç grubunun ibadethanesine yönelik bu saldırısı karşısında sus-pus oldu.

Oysa birileri çıksa “Gülen cemaatinin okulları İslami terör örgütlerinin yuvasıdır” diyecek olsa veya El Nusra ve diğer insanlık düşmanı çetelerin militanlarının cenazelerinin camilerden kaldırılmasını bir ispat olarak gösterip “camiler terör yuvası” diyecek olsa bu “demokrasi” havarileri hep bir ağızdan “inançlara saygı” borusunu öttürmeye başlarlardı. Açık ki bunların inançtan anladıkları sadece kendi inançlarıdır.

Metiner’in bu ayrımcı ifadelerine karşı AKP cenahının sessizliği, sadece Metiner’in zihin dünyasına sahip oluşlarından, onunla aynı fikri paylaşıyor olmalarından kaynaklanmıyor. Eğer öyle olsaydı, gelen tepkiler karşısında görüntüyü kurtarmak adına, genelde olduğu gibi B. Arınç veya bu role soyunan başka bir “ılımlı” zat, bir açıklama yapardı. Oysa aksi yönde bir açıklama yapılmadı. Bu AKP’nin seçim dönemi politikalarından birisi. Seçim döneminde Şamil Tayyar, Mehmet Metiner gibilerinin önlerinin açılması, sağa-sola saldırmalarına yol verilmesi ilk kez rastlanan bir durum değil. Dahası AKP’nin bu dönemde başbakanından ilçe başkanlarına kadar yaptıkları işin özü Metiner’in yaptıklarıyla aynıdır.

Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunan kim?

AKP ve iktidarının karşısında bir güç olan, daha da önemlisi sistemin karşısında, içinde alternatif oluşturan bir güç sol-sosyalist-devrimci güçlerle Kürt siyasi hareketinin ortaklaşan demokratik muhalefetidir. Son süreçte Aleviler de kendilerini bu muhalefetin içinde daha fazla ifade eder hale geldiler. Muhalif güç odaklarının, etnik siyasi grupların, inanç merkezli oluşumların, demokratik talepli kitle örgütlerinin, sol-sosyalist siyasetin daha fazla bir araya gelişi ortak noktaları artırması doğallığında iktidar sahiplerini ürküten bir gelişmedir. Siyasetin sandığa sıkıştırılmak istenen sınırlılığının Gezi İsyanı’yla daha geniş bir halk kesimince bilinçlerde bir parçalanmaya neden olması, sandık ve politikanın yerini kısmen sokak ve politikanın almış olması ile birlikte daha geniş bir ortak muhalefetin oluşması olgusunu düşünürsek iktidar sahiplerinin korkularını da anlayabiliriz.

Önümüzdeki seçim aynı zamanda Gezi İsyanı’ndan sonraki ilk seçim olacağından AKP iktidarı bu seçimi-sandığı direnişin oylanmasına da dönüştürmenin peşine düşmüş durumda. Yıkılan imajlarını sandıkla onarmanın peşindeler. 10 yılda yedikleri en esaslı darbeyi böyle etkisizleştirmenin çabasındalar. Bu yüzden de değneksiz köyde taşları bağlayıp Metinerlerini sokaklara saldılar. Korkular yaratarak, yaratılmış korkuları canlı tutarak bir araya gelen ellerin birbirinden kopmasını hedefliyorlar.

Metiner, devrimcilerle Alevi halkın buluşmasını hedef tahtasına oturturken, Beşir Atalay ve Yalçın Akdoğan gibileri ise Kürt halkıyla BDP arasında bir ayrılık yaratmanın peşine düşmüş durumdadır. Atalay “Dağdakiler, BDP’den daha makul yaklaşıyor” diyerek BDP’yi aklınca PKK tabanıyla karşı karşıya getirmek istiyor. Metiner’le aynı kumaşın bezi olan ama “ağır abi” rolünü daha iyi oynamayı bilen Yalçın Akdoğan ise BDP’nin bölünmesi üzerine kehanetlerle zihinleri bulandırmayı hedefliyor. Akdoğan, “BDP çatlar mı?” başlıklı yazdığı yazıda BDP’nin “siyasal türbülansa girmeye başladığını” iddia ederek, BDP’nin Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini savunmayı bırakıp örgütün amaç ve hedeflerine kaydığını savunuyor.

Akdoğan’a göre Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunan kim? Tabii ki AKP! Hatta geçmişte defalarca söylenene bakılırsa AKP Kürt sorununun % 90’ını çözdü, istenenleri yerine getirdi. (Aslında bu da garip bir mantık. AKP’ye göre % 10’u çözüm bekleyen bir sorun var. Ama nasıl oluyorsa bu sorun cumhurbaşkanından tüm AKP cenahına kadar, uluslararası aktörlerden köydeki bakkala kadar herkes için memleketin hala en önemli sorunu olmaya devam ediyor? % 10’u kalmış ama en önemli!)

 

“Her yer lobi, her yer direniş”

“Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunma” meselesine girmişken, hatırlatmakta fayda var. Geçtiğimiz günlerde Meclis’e Riha’da bulunan bir toplu mezar için BDP’li milletvekillerinin Meclis’e verdikleri soru önergesini, “kaba ve yaralayıcı” olduğu gerekçesiyle iade eden de “Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunma ustası” AKP’li milletvekili Cemil Çiçek’ti. İnsanları katledip toplu mezarlara gömen bu faşist zihniyetin, bunu yaparken “kibar” davranmadığı ne kadar açıksa; bu soru önergesinin iade edilmesini “kaba ve yaralayıcılığa” bağlamak da o kadar açık bir ikiyüzlülük örneğidir. Açıktır ki, toprağın altından fırlayan ve hesap soran kemikler, Kürt meselesinin “seçim” ile sınırlı kalamayacak derinlikte bir yara olduğunu hatırlatmıştır AKP’ye. Seçim çalışmalarına milliyetçi damara hitap ederek başlayan AKP için asıl “kaba ve yaralayıcı” olan da budur!

Bu seçimlere hazırlık dönemine damgasını vuracak en önemli konulardan birinin “çözüm” adı altında başlatılan, “akillerle” sürdürülen, BDP’li vekillerin PKK lideri A. Öcalan ile görüşmesine “göz yumulan” süreçte yaşanan tıkanıklık olacağı/olduğu görülüyor. Açılıştan açılışa, kongreden kongreye koşan ve seçim çalışmalarına başlayan Başbakan R. T. Erdoğan’ın hemen hemen tüm konuşmalarında bahsini ettiği temel konulardan biri, Gezi İsyanı ve “lobiler” (“Bir lobi var, bir savaş lobisi var, bir kan lobisi var. Huzurdan, barıştan, bahardan rahatsız olan lobi var, aydınlıktan gözleri kamaşan, karanlığı özleyen bir lobi var, çocuklarımızın, gençlerimizin yaşamasından ve yaşatılmasından rahatsız olan ve onların kanını özleyen bir lobi var. İçeride de böyle bir lobi var, burada da Doğu’da, Batı’da, dışarıda da böyle bir lobi var. Eski günleri özleyen, çatışmayı, gerilimi, şiddeti özleyen bunların yeniden bu bölgeye getirmek isteyen bir lobi var. Terörden beslenen, terörün oluşturduğu puslu havadan beslenen, siyaseti, toplumu dizayn etmeye alışmış bir lobi var. İşte biz, bu lobiye imkân tanımayacak, bu lobiye fırsat vermeyeceğiz.” Wan’da 26 Ekim’de yaptığı konuşmadan…) iken diğer temel konu da “çözüm süreci” olması; önümüzdeki seçimlerin bu iki eksen üzerinde yaşanacak çatışmalar ve çelişkiler üzerinden şekilleneceğini göstermektedir.

Giderek artan bir ivmeyle gündemimize giren seçimlerle ilgili diğer önemli bir gelişme de 26-27 Ekim günlerinde Ankara’da gerçekleşen HDK ve HDP kongrelerinde yaşanmıştır. Dikkatle izlenmesi ve üzerine belirli tartışmalar yürütülmesi gereken bu kongre ve seçim dinamikleri bizlerin de seçim sürecine ilişkin politikamızı belirlememizde önemli etkenler olacaktır.

 

Zamanı geldiğinde…

Eklemek gerekir ki; Nusaybin-Qamişlo, Serêkaniyê-Ceylanpınar’ın ardından Efrin-Kilis arasına duvar örerek, Rojava’da çetelerin katliamına çanak tutan bir devlet gerçekliği karşısında “Kürtlerin hak ve özgürlüklerini savunma” iddiasının ne kadar gerçek dışı olduğu anlaşılırdır. Örülen bu utanç duvarı ile hem ülkemizdeki hem de Suriye’deki Kürt halkının birbirinden aldığı gücün önüne geçilmek istenmektedir aynı zamanda.

Oysa Berlin’e yapılan ya da İsrail’in ABD desteği ile Filistin topraklarına diktiği utanç duvarları gibi bu duvar da halkın mücadelesinin önüne geçmeyi başaran bir yerde duramayacaktır. Ve çok açıktır ki her duvarda yıkılmak için yapılır ve her duvar “zamanı geldiğinde”, Gezi İsyanı’ında olduğu gibi dipten gelen dalganın yüzeyle her buluşmasında bir gedik açılacaktır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu