Makaleler

Gezi’de yığınların mesajı: BU DAHA BAŞLANGIÇ!

Taksim Gezi Parkı’yla başlayan ve kısa sürede çığ gibi büyüyerek ülkenin dört bir yanına yayılan direniş 3. haftasına girdi.

AKP hükümeti nezdinde, Türk hâkim sınıflarının sömürü ve zulüm politikalarına; demokratik hak ve özgürlüklere yönelik saldırganlığına, kadın düşmanı politikalarına karşı milyonlar geleceğine sahip çıkarak sokakları doldurdu. Taksim Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı koyan çevrecilere yönelik azgın polis vahşeti, ezilenler cephesinde birikmiş öfkenin fitilini ateşledi, yığınlar korku duvarını aştı, alanlar hesap soranların öfkesiyle doldu. Adeta bir çığ gibi gelişen direniş, faşist diktatörlüğün kentlerin meydanlarına kurduğu yasakları fiili olarak işlevsiz kıldı. Başta Taksim ve Kızılay olmak üzere işçi ve emekçilerin mücadelesinin bir ifadesi olarak algıladığı meydanlardaki engeller tuzla buz oldu. Birkaç gün içinde milyonlar, en kitlesel eylemlere imza attı. “Hükümet istifa”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarında ifadesini bulan gerçek, faşist TC devletine duyulan öfkenin bir izdüşümüydü.

Alanlar ve meydanlar üzerinden toplumsal muhalefetle irade savaşına girmek TC’de bir gelenektir. Taksim’de 1 Mayıs’la başlayan eylem yasağı, devletin toplumsal muhalefete yönelik sindirme, ezme ve zayıflatma yöneliminin önemli bir adımıydı. Yaşanan polis terörü, işçi sınıfı ve emekçilerin emeğine ve geleceğine sahip çıkma mücadelesine yönelikti. Devrimci, demokratik güçler, onlardan etkilenen işçi ve emekçilerle devlet arasında alan etrafında kısasıya bir irade savaşı sürerken Taksim Gezi direnişiyle bu mevzi bir kez daha, hem de çok daha güçlü bir şekilde ele geçirildi. Alan, 11 gün boyunca AKP hükümetine karşı mücadele edenler tarafından yönetildi. Meydanın tutulma süresi, sınıf mücadelesinin düzeyi tarafından belirlendi. Bugünkü koşullarda toplumsal muhalefetin meydanı süresiz bir biçimde elinde tutma durumunun olmadığı bir gerçektir. Aynı durum Gezi Parkı için de geçerlidir. Burada aslolan mevzilerin, direne direne-çatışa savunulurken, direniş ruhunun korunmasıdır.

Tarihimizde nadide örneklerinden biri olarak yaşanan bu deneyimin, geniş işçi ve emekçi yığınlarda büyük bir coşku ve umut yarattığı açıktır. Bu, yalnızca sokağa çıkanlar, sürecin bir parçası olanlar için değil aynı zamanda yaşanan sömürü ve zulüm politikalarına tepki duyan ancak umudu kırılan geniş bir kesim için de geçerlidir. “Yapabilme”, “değiştirebilme” gücü ve kudretinin farkına varmak, ezilen yığınların kendi kaderini belirleme kavgasında kilit bir yerde durmaktadır. Yığınlar, çeşitli biçimlerde düzene olan öfkelerini haykırma, “ben de varım” deme cüreti ve kararlılığı göstermiştir. Bunun vahşi bir polis terörü altında, şehitler verilerek, (şu ana kadar) 20 gün boyunca devam ettiği dikkate alındığında hareketin önemi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Direniş, Taksim Meydan ve Gezi Parkı boşaltılmış bile olsa sadece açığa çıkardığı bu gerçekle bile büyük tarihsel bir öneme sahiptir. Geleceği kuracak olan kitlelerin kahredici gücüdür. Ve hakim sınıfların tüm politikaları bu gücün açığa çıkmasının, yığınların politik arenaya aktif olarak çıkmasının engellenmesi, itiraz etme ve tepki gösterme eyleminin tamamen ortadan kaldırılması ya da kabul edilebilir düzeye çekilmesine dayanmaktadır. Bu başarılabildiği, yığınlar ideolojik bombardımanla, buna paralel gelişen baskı, şiddet ve terörle bastırabildiği oranda yönetilebilirdir.

 

Devrimci Bir Odak Zorunlu!

Yapılan anketlerin ve değerlendirmelerin kesiştiği nokta, Gezi Parkı saldırısının, Erdoğan ve AKP şahsında, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik öfkeyle dolan bardağı taşıran son damla olduğu yönündedir. (GENAR Araştırması; “Gezi Parkı olaylarının asıl sebebi nedir?” sorusuna ankete katılan eylemcilerin yüzde 58’i Tayyip Erdoğan yanıtını verdi.)

“CHP solu”ndan etkilenmiş meslek sahibi önemli bir kesimle, çoğunlu ilk defa (KONDA; Eylemcilerin %47’si ilk defa eyleme katılmış) bir eyleme katılan büyük bir gençlik kitlesinin ana gövdeyi oluşturduğu kitle gerçekliği ile karşı karşıyayız. Sokağa çıkan kitlenin önemli bir bölümünün (KONDA araştırması, Gezi eylemcilerinin % 79’u hiçbir parti, kulüp ya da dernek üyesi değil) örgütsüz ve arayış içinde olması aynı zamanda görevlerimize dair bir mesaj vermektedir.

Seçimlerde oy verdiniz mi?/Verecek misiniz? sorusuna katılımcıların % 37’si hiç oy kullanmadım, % 47’si oy verdiğim/vereceğim parti yok yanıtı vermiştir. Açığa çıkan isyanın daha ilk günden Taksim Gezi Parkı’nı aştığı herkesin bildiği bir gerçektir. Bu yüzden Taksim Meydanı’ndan çadırların kaldırılması ya da Gezi Parkının boşaltılması süreci etkileyecek gelişmeler olsa da asıl olan öfkeyi katlayan uygulamalardır. Türk hâkim sınıflarının 2023 ve 2071 hedefleri paranteziyle düşünüldüğünde bu ateşe daha çok benzin dökülecektir. Bugün eylemlerde, barikat başlarında AKP hükümetinin polisiyle kıran kırana bir mücadele veren söz konusu kitleyi önümüzdeki günlerde yeniden politik arenada görme olasılığı oldukça yüksektir.

Halk isyanı, aynı zamanda devrimci güçlerin kitle hareketi karşısındaki zayıflığını, ona müdahale etme, etkileme derecesini de göstermiştir. Partizan da dahil olmak üzere devrimci güçler hareketin başından itibaren eylemlerin, çatışmaların, sürecin en canlı özneleri olmuştur. Özellikle devletin saldırılarına yanıt olunmasında, devrimci güçlerin önemli bir rol oynadığı teslim edilmelidir. Ancak buna rağmen ortaya çıkan resim, devrimci güçlerin düzenden rahatsız olan kitleler için bir odak oluşturamadığını göstermiştir. Açık ki, yapılması gereken devrimci eylemde düzeyin, düzen teşhirine yönelik ajitasyon ve propaganda faaliyetinde temponun yükseltilmesi; örgütlülüklerin daha hızlı inşa edilmesi ve ülkenin dört bir yanına yayılmasıdır. Yığınlarda birikmiş öfkeyi ve onun öznelerini dikkate alan ve onlara seslenen bir politik hat tutturmak büyük önem taşımaktadır.

Bugün yığınlarda AKP hükümeti nezdinde faşist diktatörlüğüne yönelik kabaran bir öfke vardır. Bunu doğru adreslere kanalize etmek kuşkusuz iddiası olan güçlerin sorumluluğundadır. Devletin yasakladığı Taksim Meydanı’na bir ay sonra hem de 11 gün el konularak, milyonlar olarak yeniden girilmiştir. Bu durum toplumun fay hatlarında büyük bir enerjinin biriktiğini ve şimdilik sadece bir kısmının açığa çıktığını göstermektedir. Sınıf mücadelesinde önümüzdeki günlerde tansiyonun, temponun yükseleceğini, gerilimin artacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Elbette bunun işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınları kucaklamayabilmesi, harekete geçirebilmesi adına sendikaların önemli bir rol oynaması gerekecektir. Yaşanan halk isyanında sendikaların iyi bir sınav vermediği, hareketi ileri taşıyacak, güçlendirecek kimi adımlar atsa da esas olarak pasif kaldığı, hareketi kendi talepleriyle büyütme yoluna girmedikleri herkesin malumudur. Sendikal hareket, isyanı güçlendirme pratiğini yaşama geçirebilseydi bugünkü gerçeklik içinde nitelik olarak değilse de kazanım bağlamında daha ileri bir noktada olunabilirdi.

 

Erdoğan “Karizmayı Çizdirdi”

Faşist diktatörlük, halk isyanının ilk günlerinden itibaren Abdullah Gül’ün dediği gibi “mesajı” almıştır; nitekim bu mesajın gereği olarak da kitleye on binlerce resmi, sivil polisi ve tüm araçlarıyla azgınca saldırmıştır. İsyana yönelik saldırganlık ana akım olarak isimlendirilen basının üç maymunu oynayan tavrıyla kol kola yürümüştür.

Kişiliği, üslubu ve tarzıyla faşist Türk hâkim sınıflarının, işçi sınıfı ve emekçilere, kadınlara yönelik düşmanlığını karakterize eden Erdoğan’ın yaklaşımları devletin isyandan duyduğu korkuyu yeterince anlatmıştır. İsyan karşısında 11 gün boyunca ne yapacağını şaşıran AKP, Erdoğan şahsında bir yandan tehditlerine, hakaret ve aşağılamalarına devam ederken öte yandan önce tribünlere oynamış ardından gerçek muhataplarla görüşmelere başlamıştır. Erdoğan, TEKEL’den sonra ilk defa “başkalarının” belirlediği gündemlerin peşinden sürüklenmiştir. Yaklaşık 20 gün boyunca, kurduğu her cümle “Taksim-Gezi” ile başlayıp, manipülasyon, yalan ve tehditlerle iç içe geçen güç gösterisi ile bitmiştir.

Taksim Meydan ve Gezi Parkı’nın boşaltılması, Erdoğan ve AKP’nin “karizmayı çizdirdiği”, ciddi anlamda teşhir olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Erdoğan’ı bir günde onbir miting yapmaya iten neden de gerçekte budur. Toplumu mezheplere ayıran, bölen, ayrıştırıcı öfke dilini terk etmeyerek, demagojiyle kitlesini motive etmeye çalışan Erdoğan, hizmet ettiği devletinin karakterine layık bir çizgi izlemektedir. Bugün başka da yolu yoktur. Zira “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “bu daha başlangıç…” diyen yığınlar tarafından kuşatılmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu