GüncelManşet

Gezi Direnişi öfkemiz kadar sahici vicdanımız kadar yalındır

Her şey küçük bir motifle başladı ve unutulmaz bir şarkıya dönüştü. Dilimize doladığımız bu şarkıda anlatılan “bizim” hikâyemizdir. Olan bitenlere akıl sır erdiremeyenlere daha dikkatli dinlemesini sağlık veririz.

Taksim parkının emektar ağaçları, AKP’nin fetihçi uygulamaları ile kısmi imha ve zorunlu göçe maruz kalırken, biz aynı göğün altında saf tutanlar, o değişmez dediğimiz hayatlarımızdan öfkeyle sıkıp, zihnimizdeki duvarları, kubleleri tekere teker parçaladık.

Ekonomik sıkıntılar, kültür krizleri, ekolojik yıkım, kişisel sorunlar… Yani gerekçemiz her ne ise, gene de, bu karanlık ve dolambaçlı yolda yalnız olmadığımızı görmüş olduk. Özgürlük ve kölelik arasındaki o zıtlık, o geçilmez denilendipsiz kuyuyu aştık. Madem tiranların yalan, dolan, talan denklemini bozguna uğrattık. Kendimize güvendik. Kendimizi öfke ve güven sarmalından yeniden yarattık. Ancak meşru şiddet tekelin siyasal erk’in elindeydi ve polis, meydanları kan ve gözyaşı ile kirletmekte gecikmedi. Biz insanlığımızdan utandık, onlar göğüslerine taktıkları satılık madalyalarla gerine gerine dolaştılar. Bu av seramisinden geriye çocuğunu yitirmiş aileler, gözünü kaybeden mazlumlar, uyanmasını beklediğimiz Berkin’imiz ve F tiplerinde tutsak olan bizler kaldık. Haziran’ın alanında yıkandık ya, bu şarkının geleceğe bıraktığı hüküm emekten ve özgürlükten yanadır; bilinsin isteriz.

Yaklaşık 5,5 aydır tutsağız. Polisten yargıya el değiştiren siyasal güç bizleri ağır tecrit koşullarında cezalandırmaya kararlı görünüyor. Aslında Gezi’nin “Hard metal” etkisi bir kâbus gibi peşlerinde. Direnişin demokratik içeriği gizlenmeye çalışılırken “marjinal gruplar”, “terör” gibi gelenekselleşmiş söylemler yardıma çağrılıyor. Yani güven ve öfke ile inşa edilen birlik ve dayanışma ruhu yalan ve iftirayla karartılmaya çalışılıyor. Burjuva siyaseti tecrübeli; toplumsal mengeneden kaçmanın onu bölüp parçalamaktan geçtiğini çok iyi biliyor.

 Aslında Gezi Direnişinin gücü tam da burada; toplumsal tekçiliğe karşı, çokluğu ve dayanışmayı temsil ediyor. Haliyle son yılların bu en güçlü toplumsal hareketin, egemen ayrıştırıcı söylemi boşa düşürüyor olması siyasal iktidarı fazlasıyla rahatsız ediyor. Polis fezlekesi ile hazırlanan Gezi soruşturmalarının esasen biz sosyalistleri hedefliyor olmasından tutukluluğumuzun, toplumsal akıntının radikal politika ile buluşmasını engellemek için önceden tezgâhlandığı anlamı çıkarılmalı. Şu anda tutsaklık boyutuyla devam eden Gezi Direnişi’miz yargı kıskacında. Bir yargı düşünün ki ülkenin doğusunda ayrı, batısında ayrı, kuzey ve güneyinde ayrı kararlar verebiliyor. Adana, Hatay ve Ankara’da arkadaşlarımız bırakılırken, İzmir’deki yargı aygıtının tutukluluğumuzdaki ısrarı, efendisine hizmet etmede kusur etmekten kaçınan bir kulluğu hatırlatıyor. Gezi Direnişi’nin biz tutsaklar üzerinden yargılanmasına izin vermedik, vermeyeceğiz. Meşruluğumuzu sokakta tartıştırmadık, mahkeme salonlarında da bu gelenek devam edecek. Gezi Direnişçisi olmak, siyasal iktidarı yönetme ve şiddet tekelini sınırsızca kullanamayacağını haykırmaktadır. Yönetenin yaratan ile ilişkisi bir kader midir ki adı kölelik olsun? Onlar için adalet bir hukuksal prosedürler toplamı olabilir ama bizim için adalet bir vicdan meselesidir. Öfkemiz kadar sahici, vicdanlarımız kadar yalın olmaya devam edeceğiz.

Son olarak Şakran’da Burcu’nun Kırıklar’dan Hüseyin’in tutsaklıklarının şu an için sona ermiş olmasının mutluluğunu sizlerle paylaşmak istiyoruz.

3 Aralık’ta görülecek olan 2. duruşmamızda, birlik ve dayanışma ruhuyla örülü bir savunmayı, gezi’nin yargılanamayacağını haykırarak birlikte verelim. Dayanışma ruhunun geliştirdiği her durum hayatın özgürce kavranabilmesi için, yaşamlarımızda çakılı kaldığımız belirsizlikten sıyrılıp, bize kader olarak sunulanı reddetmeyi ve hayatı özgürce yeniden üretmeyi sağlayacaktır.

Şakran ve Kırıklar Hapishanesinden “1. Dalga” Gezi direnişi Tutsakları

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu