Makaleler

Ölümden de öte üç örnek…

Hasan Hayri Aslan’ın yazdığı “Diyarbakır 5 No’lu Cehenneminde Ölümden de Öte” adlı eserinde dünyanın en vahşi beş cezaevinden biri sayılan 5 No’lu Cezaevi; bir önceki kritiğimizde belirttiğimiz gibi zalimler karşısındaki saflaşmalar, direniş gruplarının dayanışmasını ve direnişin muhtevasını anlamak bakımından -şimdiye dek yazılanlar içinde-en objektif biçimiyle yansıtılmıştır.

Bu zindanda gerçekleştirilmek istenen şey aynı zamanda kültürel ve etnik bir holokosttu. Zira bir etnik kimlik üzerinden hamasi bir heyula yaratılıyor ve böylece “Kürt” kimlik ve gerçekliği toprağın derinliklerine gömülmeye çalışılıyordu.

Devrimci bir gelenek ve kültürden gelen insanlar; ideolojik bir omurgası olmayan “ne idüğü belirsiz”, “Atatürk ilkeleri” doğrultusunda “eğitilerek”, kişiliklerini reddetmeye zorlanıyor, özgün karakterleri silinmeye çalışılıyordu. 

Başarılamadı, gerçekleştirilemedi…

Zalimlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Devrimci kültür ve gelenek bir tokat gibi çarptı suratlarına. İşkencecilik etiketleriyle öylece kalakaldılar. Haklı bir cephenin sırtının yere getirilemeyeceğini Diyarbakır 5 No’lu özelinde bir kez daha gördüler.

Birçok yoldaşımız 5 No’lu da bireysel çıkış ve girişimlerde bulunmuş, buna yeltenmiştir. Ağzına jilet saklayıp mahkeme salonunda intihar tehdidiyle cezaevinde yaşanan insanlık dışı uygulamaları mahkeme tutanaklarına geçirmek isteyen yoldaşlarımız olduğu gibi; kolektif bir direnişin örgütlendiğinden haberi olmadan bireysel olarak ölüm orucuna başlamış ve zarar vermemek için bundan dönmüş yoldaşlarımız da mevcuttur.

Bireysel bir çıkış, çok kolaylıkla bastırılabilir ve hatta hiç duyulmadan örtbas edilebilirdi. Cezaevinde işkence ve kişiliksizleştirme çarkını bozabilecek eylem türü ne olursa olsun yığınsal olmalıydı. Ülke içi ve dışındaki dinamiklerin dikta iktidarını zorlayarak onu geriletecek bir konuma sokmak ancak kitlesel bir eylemle mümkün olabilirdi.

Topyekun bir direnişin örgütlenmesi tabii ki devrimci önderlerin inisiyatifi ile olası olabilirdi.

Bazı anlar vardır ki bir dönemi atlatmak için sıçrama tahtası olarak kullanılır. Bu anlar aynı zamanda sürecin öznelerine nitelik bir dönüşüm dayatır. Hani deyim yerindeyse “kırılma noktası” olurlar.

Böylesi dönemlerde bütün dinamikleri harekete geçirecek bir işaret fişeğine ihtiyaç duyulur. Bahsettiğimiz bu işaret fişekleri inisiyatifleriyle süreci yönlendiren önder kişiliklerdir.

Çelik gibi iradeleri vardır. Sağlam bir sinir yapısına sahiptirler. Ve “feda ruhu” bu kişileri aramızdaki diğerlerinden ayıran en ayırt edici özellikleridir.

0000000671892 1İnsanlar işkencelerde kırılırken, onlar duvarlara “Unutma ki Sen Bir Komünistsin!” diye yazarlar. Neredeyse ülke büyük bir cezaevine dönüşmüşken onlar, parçaladıkları duvarın üzerine “Sizin O Duvarınız, Vız Gelir Bize Vız!” diye yazarlar.

İdam sehpasını sloganlar atarak tekmeler, cellatlarının yüzüne tükürürler.

Koca bir coğrafyanın tarihine “Ser Verip Sır Vermeyen Bir yiğit” olarak geçerler.

Hasan Hayri’nin kitabı bu anlamda çok güzel örneklerle doludur. Özellikle genç kuşaklar tarafından detaylı bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Ders niteliğinde bir muhtevaya sahiptir. Üzerinde durulması gereken noktalar vardır.

Bu değerlendirme yazısının amacı tarihi öneme sahip üç önemli “duruş”un bilince çıkarılmasıdır. Bu uğurda bir çabadır diyelim.

“Yeni bir ölüm orucu eylem kararını Hayri’ye (Hayri Durmuş)bırakmışlardı. Kemal Pir’le aynı hücredeyken bana şunu söylemişti ‘1981 Mart Mayıs ölüm orucuna ben öncülük ettim, yenildik. Yenilmiş bir komutanın ikinci kez komutayı üstlenmesi doğru olmaz. Ama biri başlatırsa ikinci kişi ben olurum” demişti.

İşte devrimci çalışma yönteminde “tez konusu” sayılması gereken bir meselenin özeleştirinin içselleştirilmesi… Gelenin önünü açmak için kariyer zırhının parçalanması… Onca başarısızlığa rağmen yıllarca yerinde sayan hareketlerin önderliklerine verilmiş bir cevap… Bir kaçış ya da uzaklaşma değil, bir “feda” ruhu…    

“… ikinci kişi ben olurum” diyor Kemal Pir. Bir terk ediş değil, aksine bütün tecrübe ve birikimiyle yüke omuz verme anlayışıdır bu. Yani eskisinden daha güçlü olabilmek için başvurulacak yolu gösteriyor.

Ve nitekim ölüm orucu eyleminin mahkeme salonunda açıklanmasıyla birlikte oturduğu yerden kalkarak eyleme katılan ikinci kişi olacağını belirtiyor Kemal Pir.

Ve son nefesine verene kadar sözünün arkasında duran bir kişilik. Hiç gücenmeden “öncülük ettim, yenildik” diyor. Dile gelen bir özeleştirinin lafta değil pratikle buluşmasıdır bu.

Devrimci önderliği devrimci kişiliği ve inisiyatifi bünyesinde somutlayan bir komutan için bundan daha güzel ve onurlu bir örnek olabilir mi?

Feda ruhu! Proletarya partisinin kurcusuyla başlayan devrimci fedakarlık, aynı yolda yürüyen Armenak Bakır, Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Manuel Demir ve daha niceleriyle devam etmiştir.

Recep Maraşlı, 5 No’lu zindanında yaşananları sürecin başından sonuna kadar yaşamamış da olsa ölüm orucunda kurmayların “Sen cezaevine yeni geldin, sen niye ölüm orucuna giriyorsun?” ya da “Hadi bunları anladık, hepsi idamlık adamlar, sen yazar adamsın, yarın öbür gün cezan biter tahliye olursun” gibi vazgeçme yöntemlerine, “ben insani sorumluluğum gereği bu eylemi sürdüreceğim, ille de işkenceleri yaşamış olmak gerekmiyor, bir insana yapılmış işkence bütün insanlığa yapılmıştır” diye karşılık veriyor ve ölüm orucu eylemini son dakikasına kadar devam ettiriyordu.

Bünye olarak çok dayanıklı olmamasına rağmen, söz hakkını partizanlara bırakan Recep Maraşlı kararlılıkla “ha geldi ha gelecek” olan ölümü büyük bir metanetle bekliyordu.

Gene bünye olarak zayıf ve hasta olması sebebiyle yoldaşları tarafından ölüm orucu ilk kadrosuna alınmayan H.Hayri Aslan, “ben yoldaşlarımın arkasından ağlamam” diye tavrını belirliyordu.

“…ölmek, yoldaşların ölümünü izlemekten daha iyidir.( …) yaşarken onların ölümünü izlemek (…) içimi karartıyor” diyen H.Hayri, yoldaşlarının bütün ısrarlarına rağmen kendini feda listesine yazdırıyordu.

“Ben bu işin içinde olmak zorundayım.” Bu belirleme devrimcinin sorumluluk bilincidir. Yüke ben de omuz vermeliyim, yoldaşlarımın yükünü hafifletmeliyim, fiziken ve moralmen onlara destek olmalıyım, diyordu H.Hayri.

Ne bir kişisel hırs, ne dayatma ne de gönülsüzlük; sadece ve sadece sorumluluğun bilincinde olmak, işte bütün mesele bu!

Serdar Can  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu