Güncel

Farklılıkları Kavramak (Makale)

Her insanın, farklı olanı ya da farklılıkları algılayışı, kavrayışı aynı değildir. Herkes kendi gerçekliğine paralel olan veya denk düşen bir yaklaşım sergiler. Farklı olanla ilişkilerini, farklılığı nasıl kavramışsa ona göre biçimlendirir. Bu ilişkilerin niteliği aynı zamanda, o zemini yaratan tek tek bireylerin niteliğine dair fikirleri de koyar. Bu yüzden, farklı olanla kurulan ilişkiler ve ilişkilerin niteliği, biçimi çok önemlidir.

İnsanlar, genel olarak farklı olana ya da farklılık gösteren şeylere karşı tahammül edememe eğilimindedir. Farklı olana karşı mesafeli durmayı tercih eder. Ondan kaçmaya çalışır. Kimi zaman onunla herhangi bir ilişki dahi kurmaksızın onu küçümser ya da hor görür. Bazen görmezden gelmeye çalışarak yokmuş gibi davranır. Farklı olanı anlamaya, onu tanımaya yönelik yeterli bir çaba içerisine girmez. Kaba algılarını esas alıp, kendisiyle olan farklılıkları öne çıkararak, karşısındakinin kendisi gibi olmasını ister. Bu istek, yerine göre dayatma boyutuna da varabilir.

Farklı olanın yeterince anlaşılmadığı daha doğrusu tanınmadığı bir zeminde ortaya konulan dayatmacı tutum, ilişkileri her açıdan yıpratan, sakatlayan ve zayıf düşüren bir etkinin de nedeni olur. Öyle ki, kimi zaman, farklı olanın değişmesine bile fırsat verilmeden, alelacele aynılaşması istenir.

Farklılıklara tahammülsüzlük, düşünsel esarete götürür. Bahsedilen farklılıklar, toplumsal yapının temelinde ortaya çıkan sınıfsal, sosyal farklılıklar değildir. Sınıfsal ayrışma, farklılıkların da ötesine geçerek, mücadeleyi kaçınılmaz kılar. Her şeyi keskindir, nettir, uzlaşmasızdır. Çatışmalı bir zemine gebedir. Köklü bir savaşı dayatır. O yüzden, sınıfsal olarak temelden birbirinden farklı olan birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleden başka seçenek tanımayan bu farklı dünyaların, birbirlerine tahammülünden ya da tahammülsüzlüğünden söz etmeye gerek yoktur herhalde.

Zaten burada esas olanı sınıfsal tahammülsüzlüktür. Bu kısmı ayrı ve başlı başına bir konudur. Asıl konu; aynı düşleri kuran, kurdukları düşlere ulaşmak için bir araya gelen ve aynı kolektif çatı altında birleşerek güç olmaya çalışan bireyler arasındaki farklılıklar meselesidir. Kolektif yapı kapsayıcıdır. Bünyesinde yer alanları farklılıklarıyla kabul eder.

Bu kabul edişin elbette ki öncelikleri vardır. Örneğin, ortak hareket edebilmek için en azından amaç birliği, amaca ulaşmanın yolu-yöntemi konusunda asgari düzeyde hemfikirlik ve bunları bir arada tutan, kaynaştıran, birleştiren kolektif yapının iradesine tabilik gerekli ve zorunludur. Bu adım atıldıktan sonra pratik süreçler, kişilere dair bir dizi ayrıntıyı bilinmeyen, görünmeyen ya da fark edilmeyen özelliği, alışkanlığı, davranışı zamanla açığa çıkarır. İlişkiler, bu zemin üzerinde şekillenmeye başlar. Birlikte olunmasına rağmen, farklılıkların yansıdığı çatışmalı bir süreçte işler hale gelir. Bu sürecin nasıl ilişkiler doğuracağı da, farklılıklara yaklaşımla doğrudan ilişkilidir.

Şimdi, ideolojik-politik ve yapısal temelde bir birliktelik varken, nasıl oluyor da ilişkiler bazında bir dizi sorunlar, sorunlar karşısında çözümsüzlük hallerine düşmeler ve daha tali boyutlarda önem arz eden ama yanlış düşüncelerden, yaklaşımlardan ötürü, kendini bile aşan veya suni denilebilecek düzeyde sıkıntılar yaşanıyor? Tam da bu noktada farklılıklara tahammülsüzlüklerden bahsetmek gerekir herhalde. Elbette ki birçok neden sıralanabilir. Ama farklı düşüncelere, duygulara, davranışlara, özelliklere veya daha genel ifade edilirse kişiliklere yönelik tahammüllülük önemli bir olgudur.

Burada nelere ve nereye kadar tahammül edileceği ya da edilemeyeceğinin de ayrımı iyi yapılmalıdır. Ciddi ideolojik bir zafiyete müsamaha göstermek gibi bir tahammülden bahsedilemez zaten. Yine, birlik ruhuna zarar veren, birliğin harcı, suyu olan temel unsurları körelten, işlevsizleştiren, birlikten doğan gücü zayıflatan, amaç birliğinden uzaklaşan ya da bu yönde kendini dayatan ve değişime hepten kapalı olan yaklaşımlar, düşünceler, davranışlar kendi gerçekliği ve etki gücü içinde ele alınmalıdır. Burada doğru tutumu ortaya koyabilmek için farklılık gösteren şeyi iyi bir şekilde tanımak, anlamak gerekir. Gündelik yaşamda, özellikle ilişkilerde sürekli olarak farklılıklar karşı karşıya gelir. Farklılıkların karşı karşıya gelmesi, değişik etkilere ve tepkilere de ortam hazırlar. Karşılaşmalar, bazen küçük paylaşımlarla yani sohbetlerle son tepkilere de ortam hazırlar. Karşılaşmalar, bazen küçük paylaşımlarla yani sohbetlerle son bulabilirken, çok değişik içeriklere sahip çatışmalı hallere de varabiliyor.

Boyutlanan ve etkisini zamana yayarak daha büyük sıkıntılara, sorunlara neden olabilen tartışmalar düzeyine ulaşabiliyor. Küçük farklılıklar, yanlış ya da uygunsuz yaklaşımlardan dolayı, kendisini bile aşan, çözümü güç veya gereksiz yere karmaşık hale gelebilen devasa problemlere dönüşebiliyor. Çözüm iradesi sakatlanmaya başlıyor o zaman. Zayıflıklar, meydanı işgal eder oluyor. Farklılıklara tahammül edebilmek bir yetkinliği gerektirir.

Eğer farklılıklara tahammül edilemiyorsa düşünsel olarak ciddi bir darlıktan, kısırlıktan söz etmek hiç de yanlış olmaz. Zihinsel esaretliğin kapıları da bu zeminde açılır zaten. Farklılıkların doğru ele alınmaması bizi zayıflatır. Farklı olanın anlaşılması demek onun herhangi bir anlayışa, kurama ya da ölçüye göre tartılması ve apar topar diğeriyle aynılaşması değildir. Elbette ki birlikteliğin ve güç olmanın bir koşulu ya da gereğidir, ortaklaşabilmek, aynılaşabilmek. Aynılaşmak; bu sürecin seyri çok önemlidir. Farklılıkların doğru temellerde algılanması, kavranması tam da bu noktada belirleyici bir rol oynamaya başlar.

Mesela, günlük basit bir işin yapılışı ya da bir görevin yerine getirilmesi esnasında, farklı pratik ele alışlar olabilir. Bir olay ya da sorun yaşandığında veya herhangi bir gelişme olduğunda farklı yorumlar, düşünceler, değerlendirmeler yapılabilir. Herkes kendi bilgisine, becerisine ve deneyimlerine aykırı da görülse, anlaşılırdır. Bütün mesele, bu anlaşılır olabilme anında ortaya çıkar. Oysa, toplumsal yapının zenginliği, çeşitliliği hakkında bir çoğumuzun söyleyeceği sözü vardır.

Aynı sınıfsal kökenden gelmesine rağmen alabildiğine renklilik gösteren kişiliklerden, kişi özelliklerinden konuşuruz. Farklılıkları art arda sayarız. Farklılıkların bir zenginlik olduğundan söz ederiz. Her insanın mevcut toplumsal çeşitliliğin bir tezahürü olduğundan bahsederiz. Ama farklılıklarla karşılaşıldığı anda ise benzer bir duyarlılık yeterince gösterilmeyebiliyor.

Farklı olana ta başından reddedici biçimde yaklaşabiliyor, yok sayılabiliyor. Herkes kendi “doğrularının” terazisiyle mahkum etmeye yönelebiliyor. Farklı olanın aykırılığı, uygunsuzluğu, aynılaştırmaya karşı “dirençliliği” gibi yönler öne çıkarılabiliyor. Aynılaştırmanın problemli süreciyle, farklılıklar körüklenmiş oluyor. Tahammülsüzlükler farklılıklardan beslenir hale geldiği için karşılıklı olarak büyümeye başlar. Böylece herkes kendi katılığına sığınır. İlişkiler, katılığın diline teslim olur. Katılığın davranışlarıyla biçimlenir. Çözümsüzlük hüküm sürmeye başlar. Yönü belirsiz ilişkiler içinde süreklilik kazanan zincirlerle problemler baş gösteriyor.

Peki neden tahammülsüzlük? Çünkü farklı olan, mevcut ölçüleri, kalıpları, alışkanlık haline gelmiş olan biçimleri, davranışları, düşünceleri etkiler. Değişime yeterince açık olmayan zihinler, karşılaştıkları farklı hallere yönelik kendi tutuculuğunu yaratırlar. Bir yanda henüz yeterince anlaşılmayan farklı gerçeklik, diğer yanda ona tahammülsüzlüğü ta başından kuşanmış olan katı tutuculuk. Bu zemin, olgunluğu köreltir. Anlayışlı, ölçülü ve her şeyden evvel devrimci davranış ya da yaklaşımı sekteye uğratır. Birleşebilme, güç olabilme temelinde köklü bir tutum sergilenemez. Ayrışmaya, kopuşmaya ya da her yönüyle zayıflamaya doğru yol alan ama aslında böylesine bir sonucu doğurmaya neden olacak özellikler içermeyen gerçeklik, yanlışlardan ötürü farklı bir boyuta evrilir.

Tahammülsüzlükte sınırsızlık, anlamaya dönük sorumlu davranabilmekte ölçüsüzlük, devrimci olgunluğun gereği olan yaklaşımlardan uzaklık ve özgüven duygusunun zayıflığından beslenerek gerçekliğe kendisini dayatan sekterlik gibi bir dizi olumsuz tutum, yaşama zemini bulur. Ve tahammülsüzlüğün hüküm sürdüğü düşünsel esarette, süreklilik kazanır.

FARKLILIKLAR, GÜÇLÜ BİRLİKTELİKLERİN KAYNAĞIDIR

Aslında, farklı olan, aynı zamanda farklı bir bilgidir, özelliktir, düşüncedir, davranıştır. Yani hayatın içinde olan ve bir şekilde kendine yaşam alanı bulan insana veya yaşama dair bir yansımadır.

Her insan, içinde bulunduğu ekonomik-sosyal-siyasal-kültürel yani maddi-manevi koşulların ürünü olarak şekillenir. Algıları, kavrayışı ve buna bağlı olarak düşünceleri, düşünce yapısı, davranış biçimleri, ilgileri, duyarlılıkları, zayıf ve güçlü yönleri vs. kişiye has birçok özellik somutluk kazanır. Yani her insan irili-ufaklı farklı özellikleriyle toplumsal dokunun bir ürünü, parçası ve bir şekilde öznesidir.

Farklılıkları kendi gerçekliği içinde doğru bir şekilde ele almak aynı zamanda tarihsel/sorumluluklarımızın da bir gereğidir. Çünkü devrim ya da devrimci mücadele, bir yanıyla farklılıklarla hesaplaşmaktır, farklılıkları ortak amaç yönünde uyumlu bir sese dönüştürebilmektir. Güçlü birliktelikleri yaratabilmenin dinamikleri olarak ele alıp onları devrimci mücadelenin yatağında birleştirebilmektir. Tam da bu noktada farklılık algısı önem kazanır. Çünkü nasıl kavradığımız aynı zamanda hangi amaç doğrultusunda kavramaya çalıştığımızla paralellik gösterir. Amaçtan uzaklaşarak pratikleşen her anlayış, kendi sorunlu gerçekliğinin ürünlerini doğurur.

Kavganın; durmak ilmeyen bir kavrayış, donanım, düşünsel zenginlik, yerine göre katılık, yerine göre esneklik ya da bu iki ucun iç içe geçmişliğine gebe bir gerçeklik olduğunu bilerek, sürekli ileriye doğru ve yoğun bir çaba, özveri gerektirdiğini biliyoruz. Durmak bilmeyen bu dinamik seyir, kavganın özneleri için aynı zamanda muazzam bir sınav özelliği de taşır. Ya değiştirme gücünü yaratacak büyük özveriden vazgeçilir ya da gerçek bir adanmışlık ruhuyla zoru başarmanın adı olarak o büyük kıvanca doğru yol alınır. Bunu belirleyecek olan da yine kavganın iradesine hayat veren özneler yani insanlardır.

Değişmek ve değiştirebilmek iç içedir. İnsanlar, amaçlarıyla örtüşen farklılaşmaları benimserler. Bu benimseyiş değişimin de önünü açar. Değişimiyle, amaçları arasındaki bağı kurabilenler özgüven duygusu içinde seyrin güçlü bir dinamiği haline gelirler. Bu özgüven aynı zamanda daha yapıcı bir tutuma da kaynaklık eder. Ve attığı adımları amaçlarıyla bütünleştirebilen bir kişi gerçekliğine ulaşılır.

Bir yanıyla amacını kavrayabilen bir misyon ya da kişilik, farklılıklardan doğru bir temelde beslenebilendir. Farklılıkları kavrayışı, onunla ilişkileri güçlü birlikteliklerin kaynağı haline gelebilir.

Farklılık algısı doğru bir temele oturduğu sürece daha güçlü bir irade de yaratılır. Çünkü farklılıkların anlaşılması, tanınması, bilinmesi aynı zamanda kişinin düşünce dünyasını etkiler. Yeni arayışlarla iç içe geçen bir mücadele seyri başlar.

FARKLILIKLAR HAREKETLENDİRİR!

Bütün mesele, farklı olanın dıştalanması gibi bir yaklaşım tarzının genel bir davranış biçimine dönüşmesindedir. Bu düşünüşten uzak durulmalıdır. Farklılıkların aynı zamanda güçlü birlikteliklerin nedeni ya da bir etkeni olması için temel yaklaşım; gittikçe büyüyen, daha da nitelikli hale gelebilen bir birliktelik, ortaklık, paylaşımcı ilişkiler zemini üzerinde, farklılıkları, devrimci dönüşüm süreci içerisinde ele alabilmek ve işleyebilmektir. Çünkü farklı olanı ya da farklılığı asgari ölçülerde içermeyen bir anlayış egemen olursa, kaba dıştalayıcı tutum öne çıkar ve güçlü birliktelik zemini aşınmaya başlar.

Farklı olanın özelliklerini bilmek insanın ufkunu açar. Farklı düşünceyle etkileşim içinde olmanın yarattığı arayışlara kapı aralanır. Bu da rutinliğe olumlu bir hareketlilik zemini sunar. Önemli olan, bu ortamı doğru bir şekilde yaratabilmektir. Öğrenme tutkusuyla yaklaşabilmeyi becerebilmektir.

Farklı olan kendi gerçekliği içinde doğru biçimde kavranabilirse mevcut zemini olumlu yönde etkiler. İlişkiler, sadece ve sadece aynılaşma eksenli bir düşünceye koşullanmamış olur. Yapıcı tartışmalar temelinde birbirini anlayan ya da anlamaya çalışan bir ilişki ortamı da ancak böyle sağlanabilir. Farklı özelliklerin yoğunluğuna rağmen gerekli olan devrimci olgunluk da bu şekilde hayat bulabilir.

Devrimci düşünüşte olguya objektif yaklaşmak esastır. Subjektif beklenti, önyargılı tutum, aceleci ve yüzeysel yaklaşım, kişisel zayıflığın yön verdiği dıştalayıcı davranış, anlamaktan, kavramaktan uzak katılık gibi sorunlara neden olabilecek özelliklerle, düşünce biçimleriyle mevcut gerçekliğe, olguya yaklaşmak sıkıntılı ilişkiler yaratmak anlamına gelir. Bu da hedeflenen güçlü birliktelik ortamını ta başından sakatlar. Oysa sadece kendi gerçekliğinin bilincine vararak ortaya konulabilecek doğru tutumlar bile koşulsuz bir birliktelik ortamı sağlamaya neden olur. Yeter ki, farklı olanı kendi bütünselliği içinde özümseme çabasından uzak durulmasın.

Unutulmamalıdır ki, her insan farklılıklarıyla yaşamın bir parçasıdır. İnsanı anlamak, yaşamın bir yönünü ya da gerçekliğini anlamaktır aynı zamanda. Anlaşılır olan her şeyle daha gerçekçi bir ilişki kurulabilir. Niyetlerden uzaklaşıldıkça gerçekliğe daha yakın durulur. Bu da amaçlanan doğru düşünceyi yakalamaktır.

Doğru düşünce yöntemiyle, tarzıyla olaylara, olgulara yaklaşanlar kendilerinden daha emin olurlar. Özgüven duygusuyla, düşünsel zenginliğe kaygısızca kapı açarlar. Bu da gelişim unsurlarına hayat verir. Farklılıklar, ancak böylesi bir temel üzerinde güçlü birlikteliklerin kaynağı haline gelebilir. Esas olan ve her zaman öne çıkarılması gereken nokta, amaçtaki birliktir. Amaçlar çerçevesinde bir araya gelen ve farklılıklar yığını olan bileşenleri, amaca giden yolda uyumlu yürütebilmek kapsamlı ve derinlikli olarak ideolojik-politik bir kavrayışı zorunlu kılar.

Mevcut düzene başkaldıran kitle gerçekliği alabildiğine renklidir. Farklı nedenlere rağmen aynı amaç yolunda buluşabilmek mümkündür. Önemli olan artık daha sağlam ve istikrarlı biçimde yol alabilmektir. Bunun koşullarını var edebilmektir. Yani, renkli gerçekliği ak ve karadan oluşan tekliğe mahkum etmemek gerekir. Aksi halde kişi gerçekliğinin öznelik dinamikleri köreltilir. Bu da daha zayıf, kırılgan bir “birliktelik” anlamına gelir. Ve güçlü birlikteliklere ulaşabilme hedefi de bulanıklaşır. Onun için, farklılığın kendisini tanımasına, görmesine ve değişimin, dönüşümün düşünsel gücüne erişebilmesine imkan vermek gerekir. Asıl birliktelik o zaman yaşamsal hale gelebilir.

FARKLILIKLAR DEĞİŞİMDİR

İnsanlar kendileriyle savaşabilmeleri, hesaplaşabilmeleri için farklı olana ihtiyaç duyar. Hatta kendisinden farklı olanın yani ötekinin ön koşulluğuna ihtiyacı vardır bile denilebilir.

İnsanlar, farklılıklarıyla birbirlerine ayna tutar. Ölçüler, kıstaslar ortaya çıkar. Etkileşim kaçınılmaz olur. Zaten bir insan kendisini şu veya bu şekilde etkileyecek ötekisinden yani farklı olandan yoksun kalırsa, kendi sınırlarına hapsolur. Rutinlik, durağanlık, cansızlık hüküm sürer. Yani farklılıklar hayatın kaynağıdır. Değişmenin, değiştirmenin esas unsurlarındandır. Farklı olan, insanı arayışa iter.

Farklı olan risk özelliği taşır. Yeni bir çaba, katılım, uğraş anlamına gelir. Emek, sevgi, ilgi, tahammül, hoşgörü, sabır, özveri, özen ve en önemlisi özgüven temeline dayalı bir esnekliği zorunlu kılar. Bunlar da insanın kendisini görmesini, tanımasını sağlar. Karşılıklı değişim ortamı da böyle canlandırılabilir. Ki buna olan ihtiyaç süreklidir. Genel olarak hakim olan ya da öne çıkan farklılıklarımızdır. Çünkü yarınlar, gelecek sürekli olarak düşünce ve duygu dünyasına yeni yeni şeyleri taşıyacaktır. Yarınlar ya da gelecek, bu açıdan ağırlıklı olarak farklılıkları içerir.

Farklılıklara yaklaşım konusunda yakalanacak olumlu düşünceler, kişinin yarınlarda daha emin adımlarla yürüyebilmesine ortam hazırlar. Ama farklılıkları kavramayan veya farklı olana doğru bir yaklaşım içinde olamayanlar için farklılıklar çekincelidir, kaygı vericidir hatta daha uç ifadeyle korkutucu olabilir. Oysa ustanın dediği gibi “Değiştirenler kavrar”.

FARKLILIKLARA RAĞMEN GÜÇLÜ İLİŞKİLER MÜMKÜN MÜDÜR?

Genel olarak mümkündür cevabı verilebilir. Ama pratikte yaşananlar aynı düzeyde olmayabiliyor. Ta başından ifade etmeye çalışıldığı gibi, ilişkilerin niteliği aynı zamanda tek tek bireylerin de niteliğine dair somut bir veridir. Eğer farklılıkları yukarıda ifade etmeye çalıştığımız çerçevede algılayabilen, kavrayabilen bir yaklaşım olursa, ilişkilerin niteliği de daha ileri bir düzeyde olabilir. Aksi halde, farklılıkların kendisini dayattığı katılık durumu öne çıkar ve ilişkisizlik hakim hale gelir.

Mücadelenin güç birliğine dayandığını biliyoruz. Mücadele sürecinin niteliği ne olursa olsun, içindeki her insan sürekli olarak kavganın geleceği merkezli düşünmek, davranmak zorunluluğu taşımalıdır. Bu tutum, ilişkilere yön vererek iradeyi de şekillendirecektir. Asıl amaçtan kopmadan ve sürekli olarak kavganın ihtiyaçları merkezli bakabilen bir düşünüşle davranmak, daha nitelikli ilişkilere kapı açar. Çünkü amaçla iç içe geçen, bütünleşen her yaklaşım büyüme potansiyeli taşır. Bu da güçlü ilişkiler kurabilmeye imkan sunar. Bunu yaratabilmek önemlidir. Zaten güçlü ilişkilerden söz edilemiyorsa orada ciddi anlamda amaç birliği çerçevesinde şekillenme sorunu olduğundan bahsetmek yanlış olmaz. Bir arada bulunan ve belirli görevlerle mücadelenin yükünü taşıyan birimler, gruplar, komiteler vs. olur. Bileşenlerin görevlerini, sorumluluklarını daha iyi biçimde yapabilmeleri önemlidir.

Bunun için sadece düşünsel çerçevede amaç birliği yetmez. Asıl ihtiyaçlar pratik süreçlerle birlikte daha farklı bir düzeye ulaşır. Zaten bütün mesele de bu süreçlerde yaşanır. Çünkü gündelik yaşamın bin bir yönü öne çıkar. Hatta kimi zamanlarda, neredeyse ilişkilerin tamamını içerir hale gelir. Ve insanlar gündelik yaşam ve bu yaşamla ortaya çıkan paylaşımlarla harmanlanır. Öyle ki, günlük yaşamsal ihtiyaçlar merkezli ilişkiler, asıl ağırlığı oluşturur. Bunun sürekliliği düşünüldüğünde ciddi bir rutinleşme, darlaşma, bunalma da baş gösterir. Darlaşmanın neden olduğu küçük sorunlara kayılır.

Darlaşma eksenli düşünüşle meseleye yaklaşmak ise yeni yeni sorunların yaşanması demektir. Tam da böylesi hallerde herkes kendi düşüncelerine (farklılığına) tutunur. Ve tartışmalar, sorunu çözme yolu, biçimi bu düşünceden nasiplenir. Sorunu çözebilecek olgunluk ortamı zayıflayınca sorunlu ilişkiler süreklilik kazanır. Farklılıklar yaratılır, körüklenir, devasa bir düzeye de taşınabilir. Bu da zayıf ilişkilerin hakim olduğu bir tabloyu gözler önüne koyar. Yani, bir aradalıkla birliktelik farklıdır. Bir arada olmak birliktelik anlamına gelmez. Ancak amaçları bütünleşen ve amaçlarla şekillenen ilişkilerle birliktelik sağlanabilir.

Yaşamda en önemli sıkıntılardan birisi de budur. Birliktelik anlayışının altını, ilişkiler bazında daha bilinçli bir şekilde dolduramamak. Bunun en büyük nedeni devrimcileşmenin sürekliliğini yeterince kavrayamamaktır. Kimi sınırlı bilgilerle, deneyimlerle ya da kazanılmış özelliklerle kendi gerçekliğimize subjektif kalabiliyoruz, kibirleniyoruz. Bazen de kendimizi doğru ölçü mekanizmalarıyla değerlendiremediğimizden, “biliyoruz” düşüncesine kaptırıyoruz. Karşımızdaki insanları, fikirlerini, bize göre farklı olan yönlerini yeterince önemsemiyoruz. Farklılıkların üzerinde ölçüsüzce gitmeye yeltenebiliyor ve katı bir tutumla ona kendimiz olmayı dayatabiliyoruz.

Öyle olunca birlik ruhu da yaralanır. Duyarlı, özenli ve sorumlu davranmak yerine; kırıcı, yıpratıcı, ölçüsüz davranışlarla hedeflenen ortak şekillenmeye zarar verir hale geliriz. Böylesine bir düşünüşle oluşturulacak ilişkilerin geleceği olmaz. Çünkü farklılıklar körüklenmiştir. İlişkiler farklılıkların gölgesine terk edilmiştir. Dolayısıyla amacın politik etkisi de ortamdan uzaklaştırılmıştır.

İşte böyle bir zeminde farklılıklar güçlü ilişkilere evrilemez ya da ortam hazırlayamaz. Bu da en küçük birimlerin bile birlikteliğini tartışılır hale getirir.

Peki nasıl giderilir? Bu durum her bireyin devrimcileşme dinamikleriyle ilgilidir. Değişim, gelişimin kavranışı ve süreçlerinin neleri barındırdığını bilmek, anlamakla ilgilidir. Kişi kendi devrimci dönüşümüne, gelişimine gerçek anlamda yön verebiliyorsa, en azından bu yönlü düşünsel/bir iç rahatlığı varsa ve bu bilinçle davranabiliyorsa, ilişkileri daha farklı olabilir. Devrimcilik birçok yönüyle vazgeçebilmektir aynı zamanda. Yani kişi, kendi devrimci gelişimi için bile mevcut halinden vazgeçebilmeyi bilmek zorunda. Çünkü devrimci kişi, yeniye özlem duyar, yeniyi arar, yeniyi yaratmaya çalışır. Bu da mevcut olanla da bir hesaplaşmayı, cenkleşmeyi gerektirir. Bunun farkında olanlar, değişime açıktır. Kendi tutuculuklarını kırabilme gücüne bir nebze de olsa ulaşabilmiştir. Adanmış bir yürek taşır. Dolayısıyla, davasına olan inancıyla devrimci değerleri kuşanır, erdemlerine sahip olur. Kavganın coşkusu dinmez onda. Özgüven sahibidir. Özgüveniyle farklılıklara yaklaşır. Onlardan kaçmaz.

Aksine ona yönelir. Çünkü devrimcileştirmenin durmak bilmeyen bir süreç olduğunu bilir. Farklı olana devrimci düşüncenin aynasını tutar. Görünen, onu ürkütmez. Görebildiği için daha cesurca duygulara kapılır. Güçlü ilişkiler yaratabilmek herkesin devrimci niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Farklılıklar engel değildir. Farklılıklar işlenmeye muhtaç birer hammaddedir. Bu yüzden insanların geri yanları, zaafları, yetmezlikleri, zayıflıkları dıştalama nedeni olmamalıdır. Olumlu, iyi özelliklerinin sahiplenilmesi kadar, olumsuz, geri yönleri de işlenebilmelidir. Yani emek verilmelidir.

Farklı olana farklılığını söylemek yetmez. Asıl ihtiyaç, farklılığın anlaşılmasını sağlayarak onun içsel dönüşümüne imkan verebilmektir. Bu da ilgi, özen, duyarlı davranış demektir. Ancak o zaman ilişkiler ileriye dönük süreklilik kazanabilir. Ancak o zaman farklılıkların ilerletici, geliştirici bir özelliğe sahip olduğu anlaşılır, kavranır.

HER İNSAN FARKLILIKLARIYLA VARDIR

Her insan farklılıklarıyla vardır. Bizler bu farklılıklarla birlikte mücadele içindeyiz. Olumlu-olumsuz, doğru-yanlış her ne biçimde olursa olsun, insana dair, yaşama dair her şeyi anlamaya çalışarak ele almak gerekir. Gerçekliği reddeden, görmezden gelen, yok sayan, ondan kaçınan ya da onu farklılıklarıyla dıştalayan yaklaşımlar, yaşamın devindirici gücü olan öznelik rolünü oynayamazlar.

Küçülen dünyaları içinde, olguları, gerçeklikleri de aynı çerçevelerin içine sokmaya çabalarlar. Halbuki yaşamın büyüklüğünde gizlidir birçok şeyin gerçek anlamı; bizlere düşen de bu sırlara ulaşabilmektir. İşte tam da bu noktada yaşamı ve mücadelesiyle Kaypakkaya, cüretkar ve mütevazi bir örnektir. Amacını arayan, aradıkça derinleşen, derinleştikçe gerçeğe daha yakın olan ve ulaştığı noktayla kendini sınırlamayan bir düşünce yapısına, yöntemine sahiptir. Onun felsefesinde bilginin kendisi, sürekli olarak aranması gereken, üzerine gidilmesi zorunlu olan yaşamın derinliğiydi. Farklılıklardan doğruya yönelmesi bundandır. Çünkü biliyordu ki, kavrayabildiği ölçüde insan doğruya yaklaşabilirdi.

Kavramak ise bilinmeyene, farklı olana, bir ölçüde ihtiyaç duyulana yönelmekle mümkündür. Gerçekliğe vakıf olmanın arayışı bu açıdan önemlidir. İnsan ancak bu şekilde mücadelenin gerçek dinamiği olabilirdi. Kaypakkaya, durmak bilmeyen arayışında farklılıkların özüne ulaşabilmeyi başardığı için mücadelenin gerçek dokusuna etkide bulunabilecek bir güç olabildi.

Cesurdu, cüretkardı, kararlıydı ve bir o kadar da mütevaziydi. Çünkü gerçeklere ne amaçla bakması gerektiğini biliyordu. Sahip olduğu düşünsel yöntem onun karakterini şekillendirmişti. Şunu gösteriyordu; bir amacın olması önemlidir ama mevcut amaçlar bile süreklileşen arayışlarla derinlemesine kavranabilirdi. Yetinmek, idare etmek, sınırlanmak amaçları için yola düşenlerin özelliği olmazdı. Araştıran, derinleşen, vakıf olmaya çalışanlar ancak istikrarlı olabilirdi. Zaten, devrimci mücadelenin gerçek özneleri böyle yaşam bulabilirdi.

Kaypakkaya, bunu fırtınalı yaşamın içinde başarabilen istisna bir kişiliktir. Onun cüreti, cesareti, enerjisi gerçeğe yönelmesinden geliyordu. Düşünsel evrimine bakıldığında çok somut görülebilir. Öne çıkan politik kimliği onun arayışının ana eksenidir.

Büyük düşler kurmak kadar büyük adımlar atabilmenin içsel bütünlüğünü kavramıştı. Farklılıklar, onun için düşünsel kaynaktı. İdeolojik-politik eleştirilerine konu olan çevrelerin düşüncelerini derinden kavraması ve köklü, temelli bir şekilde onları hak ettikleri tozlu raflara kaldırması en somut göstergedir.

Farklı olan, onu heyecanlandırıyordu. O yüzden, üzerine gidebilmeyi bir görev olarak önüne koyabiliyordu. Bu konu bağlamında Kaypakkaya’dan öğrenilmesi gereken öncelikli nokta; yaşamını ve mücadelesini devrim amacıyla harmanlamış olmasıdır. Amacına yoğunlaştığı için arayışı, ilişkileri, adımları da ona paraleldi. Yani her açıdan politik bir duruşa sahipti. Hayatı, olguları algılayışı da bu eksenliydi. Önceliği her daim devrimci mücadelenin ruhuna hayat veren amaçlarıydı. Küçük şeyler o yüzden hakim hale gelmiyordu, zemin de bulamazdı zaten. Çünkü yönü de, yolu da netti.

Bugün ihtiyacımız olan da budur. Daha fazla politikleşme ve daha fazla bu merkezli arayış. Ancak o zaman dünden farklı adımlar atabiliriz. Darlaşmamızın sınırlarını kırabiliriz, küçük meselelerden uzaklaşıp asıl yoğunlaşılması gereken halkayı yakalayabiliriz. Amaca yoğunlaşıldığı sürece ve o doğrultuda adımlar atılabildiği oranda üzerine konuşulacak, tartışılacak şeyler de farklılaşacaktır. Zaman, emek ve enerji daha verimli kullanılacaktır. Farklılıklar her daim olacaktır.

Önemli olan, amaç merkezli farklılıklara nüfuz edebilmektir. Esas yoğunluğu ortak amacı kavramadaki derinleşmeye, birlikteliği ve ilişkileri bu derinlik içerisinde sürekli olarak yeniden tanımlamaya vermeliyiz. Amaçtan kopuk ya da uzaklaşmış düşünüşlerle hareket edildiğinde varılacak yer kaçınılmaz olarak değişmeyen ya da değiştiremediğimiz gerçekliktir, gerçekliğimizdir.

Son olarak; politik kimliğe derinlik kazandırıldıkça, farklılıkların hem yaşamın hem de değişmenin, gelişmenin bir dinamiği olduğu görülecektir. Unutulmamalıdır ki, farklılıklar, yeterince kavranılmayan yaşamın gerçekleridir. Yani her farklılık bir çelişkidir. Hangi koşulda nasıl ele alınıp işleneceği ile çelişkinin özgünlüğüyle ilgilidir. Her çelişki bütünün içindeki yerine göre öncelik-sonralık kapsamında işlenmek durumundadır. Bunun yolu da her koşulda derinlemesine kavrayıştan geçer.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu