DerlediklerimizGüncel

Ayşe Düzkan | cesareti bulaştırmak üzerine

"silivri soğuk değil, hapis korkulacak bir şey değil, bir yıl ceza ihtimali için sürgüne gitmeye değmez. her birimizin altından kalkabileceği bu işleri zorlu kahramanlık anlatılarına çevirmeyelim ki cesaret bir karanfil gibi elden ele dolaşsın, hepimize bulaşsın

ahmet altan’ın politik çizgisini hiçbir zaman -atakürt’ü yazdığı sırada bile- benimsenir bulmadım. dillere destan, “bir kiraz ağacıyla bir kadın memesine, onların değerini bilmeyen her memleketi satmaya hazırım” cümlesi, dinciliği karşısına alan bir metnin parçası olup aynı zamanda cesur bir milliyetçilik eleştirisi içerse de, kadın memelerine yüklenen anlamı abartılı ve ergence, memleket’e yönelik küçümsemeyi de affedilmez bulurum.

bütün bunları, toplumsal olanı açıklamakta yetersiz ve sığ da görürüm açıkçası. okuduğum romanları içinde beğendiğim az, son yirmi yıldaki politik tutumu ve yaptığı bağışlanamayacak işler konusunda yazıp bu mecranın okurlarını meşgul etmek istemem. “ben bir tanrıya iman edeceksem kiraz ağaçlarını ve kadın memelerini yarattığı için iman ederim” cümlesini kurmuş olan insan, hapishanede, kendi deyimiyle “dindar çocuklar”la yani allah’a, kiraz ağaçlarını ve kadın memelerini yaratmış olmasından başka sebeplerle iman eden ve imanı, bunlar için şükretmekten çok farklı şeyler yapmasına yol açmış olan insanlarla kaldıysa, ortada bir yanlışlık vardır.

bundan bağımsız olarak, insan yazarsa ve ömrünü türkiye’de geçirip, flash tv’de gördüğü insanları, ilk olarak flash tv’de tanıdıysa, hayatında bir eksiklik bulunmaktadır ve dile, imgelere, hakimiyeti bunu kapatamaz.

ama dindar çocuklardan ve flash tv’den bahsettiği röportajında, cesaret ve cezaevi konusunda söylediklerine -cezaevindeki tutumuyla birlikte- saygı duyuyorum.[1]

silivri soğuk değil

böyle diyor, ahmet altan. “yemekler de fena değil,” diye devam ediyor.

bugün türkiye’nin bütün cezaevlerinin silivri gibi olmadığının bilincindeyim. silivri’de de çok kötü muameleye uğrayan insanlar tanıdım. diğer yandan, hapisteki vakti, kendine bile sızlanmadan geçirmenin cesaretten ziyade sabır işi olduğunu düşünüyorum. ama altan’ın işaret ettiği gibi, son derece insani bir duygu olan korkunun bu kadar sıradanlaşması kabul edilebilir bir şey değil.

derviş ve devrimci

toplumsal değişim, eksiklikleri, zayıflıkları ve zaaflarıyla sıradan insanların işi. altüst oluşların, devrimlerin tarihinde karşımıza çıkan kahramanlar, zamanın koşullarının, inançlarının ya da olumlu olumsuz çeşitli özelliklerinin dönüştürdüğü sıradan insanlar. yani herhangi birinin, kahraman olarak yaşaması, kahraman gibi ölmesi koşulların eseri. daha önemlisi, cesaret, ancak gerekli koşullarla bir araya geldiğinde bir dönüşüme yol açabiliyor.

dervişle devrimciyi birbirinden ayıran bu; derviş, fedakârlık ve cesaret adına, kendini, ömrünü, canını hiçe sayar. devrimci ise, aynı şeyi bir değişime yol açmak için yapar. devrimci sebep olduğu değişimle tanımlanır, derviş vazgeçebildiğiyle.

ama son yirmi yıla yayılan, bazen geride bıraktığımızı, aştığımızı sandığımız, bazen de koyu bir sis gibi yolumuzu kesen çaresizliğimizi aşmanın en kolay ve -doğruyu söylemek gerekirse- en fiyakalı biçimi dervişçe bir cesaret gibi görünüyor. onu dönüştürecek koşullardan halihazırda mahrum olan sıradan insanın harcı olmayan bir cesaret bu.

insanlar dervişe saygı duyar ama nadiren onun yolundan gitmeyi düşünür. bunu ayırt etmek politik bir hareket için çok önemli.

tarihe de bu bakış açısıyla başvuruyoruz; çaremiz, örneğin ibrahim kaypakkaya’nın yazılarında bulunabilecekken, bunu, onun cesaretle örülmüş hayatında arıyoruz. fikirlerini değil, kahramanlığını konuşuyoruz.

ayrıca cesaret, fikirlerin hayata geçmesini kolaylaştırır ama sağlamasını yapmaz. cesaretiniz, doğru düşündüğünüzün kanıtı değildir.

bu noktada şunu söylemeliyim. bugünün dünyasının ve toplumunun, geçmişte başvurulan metodolojiyle ve ama yeni bir fikirler ve farklı bir bakış açısıyla anlaşılabileceğine ve dönüştürülebileceğine inanıyorum. sömürü ve ezme ilişkilerinin sürdüğünü, emperyalizmin dünyayı anlamak için önemli bir kavram olduğunu unutmadan ama -örneğin cinsiyet gibi- insanlığın, hep farkında olsa da artık daha sarih bir biçimde gördüğü sömürü ve ezme ilişkilerini de tanıyarak, emeğin ve sömürünün bugünkü biçimlerini anlayan, toplumun yeni yapısı içinde, ona uygun örgütlenme ve hareket etme biçimleri oluşturan bir bakış açısı…

hatalar yapmak pahasına bunu aramak çağımızın en cesur adımlarından biri, bence. ama bu, devrimci düşüncenin tarihini ve literatürünü bir kenara atmak anlamına gelmiyor; her ne kadar bir yöntem olarak tefsirden vazgeçmek şart olsa da. ama geçmişten kahramanlık menkıbeleri devşirmek, en az tefsir kadar olumsuz sonuçlar veriyor çünkü devrimci hatta muhalif olmayı sıradan insan için mümkün olmayan, dervişçe bir varoluş olarak tanımlıyor.

korkacak bir şey yok

oysa hayat bize bambaşka imkânlar sunuyor. her işyeri, her ev, her okul meydanlar kadar mücadele alanı. silivri, soğuk değil. mesele ya da korkutucu olan üşümek de değil zaten. çünkü çoğumuz, çoluğun çocuğun ne yiyip içeceğini, kiranın nasıl ödeneceğini dert etmeyecek kadar tuzukuru zaten değiliz de; bunları geride bırakacak bir devrimci hayatının eşiğinde de değiliz; öyle bir hayatın varlığı, gerekliliği, biçimleri, kaçımıza, hangimize ihtiyaç duyduğu da ayrıca konuşulmaya muhtaç. çünkü muhalif olmak hayatın sorumluluklarını geride bırakmak değil bugün, daha fazla sorumluluk üstlenmek demek.

silivri soğuk değil, hapis korkulacak bir şey değil, bir yıl ceza ihtimali için sürgüne gitmeye değmez. her birimizin altından kalkabileceği bu işleri zorlu kahramanlık anlatılarına çevirmeyelim ki cesaret bir karanfil gibi elden ele dolaşsın, hepimize bulaşsın. zamanı gelince, aramızdan ileriye koşup yolumuzu aydınlatanlar da olmuştu, yine olacak.

Dipnot:

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/ahmet-altan-silivri-soguk-degil-o-kadar-cok-korkulacak-bir-yer-degil-haber-1534313

sendika.org 25 Eylül 2021 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu