GüncelManşet

Biz zaten hiç aynı gemide olmadık ki! O zaman kendi gemimizde yelkenler fora!

ABD’nin İran’a yönelik nükleer yaptırımlarını Amerikan bankacılık sistemini kullanarak ve Türkiye’de iktidardaki bakanlardan, cumhurbaşkanından, bankalardan yardım alarak delmekle suçlanan ve de sanık sandalyesinden tanık sandalyesine terfi ettirilen Reza Zarrab’ın New York mahkemesinde ötmeye başladığından bu yana bir “gemi metaforu”, alıp başını gitmiş durumda. Bu davada açığa çıkan yolsuzluk, rüşvet, rant ile ortalığı iyiden iyiye egemenlerin çürümüş ve kokuşmuşlukları sarmışken, “kahrolası liberaller” bu kez de “aynı gemideyiz, batarsak birlikte batarız” söylemleri ile bu çürümüşlüğün üzerine gül yaprakları dökme telaşındalar.

İlk başta buna itiraz etmemiz gerekiyor: Biz aynı gemide değiliz ve zaten hiç aynı gemide olmadık!

Zarrab’ın İran’da idam ile yargılanan patronu Zencani’nin bu ambargoyu delme işlemleri sırasında harcadığını* itiraf ettiği 8.5 milyar doların, bu davada dillendirilen sadece “küçük” miktarlarının (50 milyon dolar”cık” gibi) dahi emekçiler açısından “rüyalarda bile görülemeyecek” denli büyük paralar olduğu gerçekliği bile başlı başlına bu rüşvet çarkında yer alan egemen sınıf temsilcileri ile halkın aynı gemide yer almadığının/alamayacağının en bariz kanıtı olsa gerek!

Lakin aynı gemide olmadığımızın kanıtı, tek başına bu uçurum değildir.

 

“Karşılıklı fedakarlık” ne demek?

Türk-İş, ülkede dört kişilik bir ailenin esas ihtiyaçları dikkate alınarak hesap edilen açlık sınırının Kasım 2017 itibarıyla 1.544 lira olduğunu açıkladı. Bu durumda 6 milyona yakın işçi ve emekçi halihazırda 1.404 TL olan asgari ücret alıyor ve bunun da anlamı yaklaşık 24 milyon kişi açlık ve sefalete mahkûm edilmiş vaziyette.

indir 1Diğer yandan geçtiğimiz günlerde başlayan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantıları ile 2018 senesinde asgari ücrete kaç lira zam yapılacağı tartışılıyor. Ancak daha görüşmenin başlangıcından itibaren ortaya çıkan tablo, 2018’de de bir işçi-emekçinin bir Zafer Çağlayan kadar “birikim”** yapamayacağı, dolayışıyla yine aynı gemide olamayacağıdır. Keza Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu çalışanları temsilen masada bulunan Türk-İş’e “fazla ümitli olmayın” minvalinde nasihatte bulundu ve dedi ki “Emekçilerimizin hak kaybına uğramamasını sağlarken, işverenlerimizin de piyasa şartları karşısında rekabet edebilirliklerini teminat altına almak. Hükümet olarak biz bu görevi yerine getirirken işçi ve işverenimizden de fedakârlık bekliyoruz. Karşılıklı fedakârlık aslında birlikte kazanmayı getirir.”

“Karşılıklı fedakarlık” kavramı, egemen sınıfların işçi sınıfına bakış açısının aslında özetidir. “Sınıf barışı” için “aracılık” görevini üstlenen devlet, “sınıfların aynı masa etrafında biraraya gelerek ve fedakarlıkta bulunarak” bin yıllardır çözülemeyen antagonist çelişkilerin “çözülebilineceğini” propaganda edip durur. Daha doğrusu bu propaganda eşliğinde sınıflar arası çelişkilerin üzerini örtmeye; TÜSİAD, MÜSİAD, MESS ve türevi yerlerde konuşlanmış bir patron ile asgari ücret karşılığında ölümüne çalışan bir işçinin “aynı gemide” olduğuna halkı inandırmaya, inanmayana ise zor aygıtları ile bunu inandırmaya çalışır.

“Karşılıklı fedakarlık” tam da bu amaçka “aynı masa etrafında oturanların” ya da popüler deyimle “aynı gemide olanların” arasındaki medeni ilişki biçimi olarak ifadelendirilmeye çalışılan bir kavram. “Fedakarlığın” aslında kimden istendiği açıktır. İşçi ve emekçilerin “daha fazla çalışma” yani “daha fazla sömürü” konusunda daha fazla “fedakar” olması istenmektedir. Esnek ve güvencesiz çalışmaya daha fazla dişini sıkması, her ay yüzlerce işçinin ölümüne sebep olan çalışma koşullarına göz yumması arzulanmaktadır işin açıkçası. Bunun egemenler nezdinde başka bir “karşılığı” yoktur.

Keza Bakan Sarıeroğlu söz konusu görüşmelerdeki konuşmasının devamında “Asgari ücretteki değişim beraberinde birçok faktörü de etkiliyor. Dolaylı olarak genel ücret seviyesini, istihdamı, üretim tüketim dengesini, yatırımları rekabeti yani bir bütün olarak ülke ekonomisini etkiliyor” diyerek değişim olmaması gerekenin “asgari ücret” olduğunun altını çizmiş ve patronların, devlet aygıtını elinde tutan yağmacıların kendi zevk ve sefa içindeki yaşamlarından zerrece vazgeçme niyetinde olmadığını vurgulamış oldu!

 

Erdoğan’ın ayağı bu kez gerçekten kayıyor mu?

fotoYeniden Zarrab davasına dönersek; bu dava açıktır ki emperyalist ABD’nin siyasi amaçlarla gerçekleştirdiği operasyonun bir ayağıdır. Ortada “suç” teşkil edenin yine bu emperyalist odak tarafından ortaya konulan ambargonun delinmesi olduğu asla unutulmamalı ve ABD’nin “yolsuzluk yargılama” gibi bir kaygı güttüğü yanlışına düşülmemelidir. Ortada “yolsuzluk yargılaması” değil, TC devletinin kaptan koltuğuna oturan AKP’ye, göbekten bağlı olduğu emperyalist güç tarafından ayar verilmekte, AKP güçsüzleştirilerek kendilerine bağımlılıkları artırılmak istenmektedir.

ABD’nin bu operasyonu ile “Erdoğan’ın ayağı kaydırılıyor” şeklinde bir sonuç için henüz yeteri veriler oluşmamış olsa da; “tek adam” giderek yalnızlığa itilmekte, AKP içerisinde “koltuk kavgaları” yeniden gün yüzüne çıkarılmaktadır. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin AKP tabanıyla gerçekleştirdiği buluşmalar, buna misilleme olarak görülebilecek tüm il kongrelerine katılan Erdoğan’ın hezeyanı bu duruma örnektir. Keza burjuva medyanın amiral gazetelerinden Star yazarı Ahmet Kekeç, 4 Aralık’taki köşesinde “Kimi eski Cumhurbaşkanıdır, kimi eski Başbakandır, kimi milletvekilidir, kimi bürokrattır, kimi gazetecidir… Kudüs konusuna en çok duyarlı Erdoğan’ı yalnız bırakan, ülkelerine yönelik ‘emperyalist girişimleri’ sükûtla karşılayan, Erdoğan’ı merkeze koyan uluslararası saldırıları ‘izlemekle’ yetinen heyecansız adamlar bunlar. Kimsenin itiraz etmeyeceği Kudüs duyarlığı dışında, emperyalizmin ‘azgınlıklarıyla’ ilgili dişe dokunur tek lafları yok, sessizce Erdoğan’ın ‘bitirilmesini’ bekliyorlar!” şeklinde yazarak bu durumu özetlemektedir. Diğer yandan AKP Dulkadiroğlu 2’inci Olağan Kongresi’ne katılmak için Maraş’a giden AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal’ın “Artık biz yerine ben demeye başladıysanız bilin ki sizde metal yorgunluğu başlamıştır” sözleri de bu rahatsızlıklarının göstergesidir.

 

Gemimizde yelkenler fora!

“Aynı gemide olmasak da” Zarrab davasının kuşkusuz tek başına AKP’nin davası olarak kodlanması doğru değildir. AKP tarafından ezilmeye çalışılan Cemaat kanadının çıkarlarını savunan, eski Pentagon yetkilisi Türkiye uzmanı Michael Rubin her ne kadar bu soruşturmanın muhatabının “Türk devleti değil, RTE rejimi olduğunu” vurgulayıp, vurgular (haklı olarak) “suyun başını tutan” cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve soyguncu çetesine yoğunlaşsa da bu çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun egemen sınıflara ait kalıtsal bir durum olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

AKP’nin 15 senelik iktidarının ve de özellikle son iki sene boyunca tırmanan baskı, katliam ve son olarak da bitmek bilmeyen OHAL uygulamalarından kaynaklı toplumsal muhalefet tarafından “hedef” olması içerisinde bir doğallığı barındırmakla birlikte devrimci öznelerin “hedefinin” AKP ile sınırlı kalması, zorlu bir mücadele olan sınıf mücadelesinden uzaklaşmayı beraberinde getirecektir. Hatta bu sınırlılık hali, devrimci özneleri, Zarrab yargılamaları sonucu reformist ve Kemalist liberal çevrelerin “emperyalist ABD tarafından ipi çekilen AKP” hayalinde ortaklaşmaya bile götürebilen bir momente evrilebilir.

Olması gereken; başta bu dava sürecini tanımlama ve dava sürecinden egemen sınıfların gerçek yüzlerini teşhir anlamında olabildiğince güçlü bir şekilde faydalanmadır. Olması gereken; egemenlerin ekonomik ve siyasi açmazlarının her geçen gün derinleştiği, kalıtsal hastalıklarının işçi ve emekçi halkımız açısından daha fazla sömürü, acı ve yoksulluk olarak fatura edildiği bu kaos dolu ortamı devrimcileştirmek için tüm olanaklardan faydalanmaktır.

Bunun için devrimci öznelerin toplumsal muhalefeti içerisine alacak ve işçi ve emekçi halkımızın, ezilen tüm kesimlerin çelişkilerini örgütleyecek bir birleşik mücadele hattını temsil eden bir “gemi”ye ihtiyacı vardır. Egemenlerin gemisini alabora eden kasırgaya karşı yelkenleri fora etmekten çekinmeyecek militanlıkta ve egemenlerin gemisi su almışken onu hak ettiği yere, okyanusun dibine göndermekten çekinmeyecek bir gemiye…

 

* Bu “harcamalar” çeşitli ülkelerin -ki başta Türkiye gelmektedir- bürokratlarına, bakanlarına, başbakanlarına, cumhurbaşkanlarına… yedirilen rüşvetlerdir.

** Zarrab ifadesinde dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a verdiği rüşveti kendisinin bile hatırlamadığını ama yaklaşık olarak 45-50 milyon dolar civarında rüşvet verdiğini söyledi. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası açığa çıkan tapelerde de Zarrab, Çağlayan için “timsaha yemini verin” söylemini kullanmıştı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu