Makaleler

Devlete karşı savaş, devlete karşı barış!

Newroz’la birlikte ilân edilen müzakere süreci taraflardan birinin inkâr geleneğinden mülhem olsa gerek hiçbir adım atmamasına rağmen devam ediyor. Yakın zamanda gerçekleştirilen Kongra Gel 9. Kongresi de bu gerçeğin altını çizerek hükümete adım atması için bir yandan çağrıda bulunurken, öte yandan devlete rağmen barışın tesisi için mücadele edileceğini açıklamış oldu. Keza bu husus, yani devlete rağmen barış çabası Öcalan’ın Newroz mesajında da açıkça dile getirilmişti.

Şüphesiz taraflardan haksız olanın eşitlikçi bir yaklaşım sergilemediği koşullarda barışın ona rağmen ve ona karşı gerçekleştirilmeye çalışılmasından başka bir yol bulunmamaktadır. O nedenle, Kürt Ulusal Hareketi tarafından sürecin aynı zamanda bir aktif barış mücadelesi olarak okunması gereğine sürekli vurgu söz konusudur. Gerçekten de asıl barış, devletin hakikat rejimi üzerine inşa edilebilecek bir olgu olmadığı gibi devlet bu rejimden taviz verir hiçbir davranış belirtisi göstermemektedir.

Devletin yüzyıla varan, düşmanlaştırıcı müdahalesi ve söylemi karşısında devlet dışında bir barış diline, halkın barışına olan ihtiyaç aynı zamanda sorun karşısında devletin siyasetini boşa çıkaracak bir sonucu da koşullamaktadır. Tam da bu bağlamda içerdiği bütün handikaplara rağmen Gezi İsyanı önemliydi ve içerdiği kardeşlik damarının sanıldığından daha güçlü olduğu daha çok üzerine inşa edilecek kazanımlarla anlaşılacaktır. Gezi’ye yaklaşım, elbette ideolojinin yön verdiği bir stratejiye ters düştüğü oranda dahi ideoloji unutulmadan belirlenmeliydi. Devlete rağmen barış, ancak stratejiye rağmen Gezi’dir.

Müzakere sürecine rağmen devletin Kürdistan’daki tutumuna geçmeden önce Gezi’deki tutumuna bakılabilir. Sosyal medyada öne çıkan “devlet bize bunu yapıyorsa, kim bilir Kürtlere neler yapmıştır” uyanışını tersten, Kürdistan’dan okumak da mümkündür: Bizleri (Kürtleri) katleden devlet, onları da öldürüyorsa, bizleri katletmekten vazgeçmemiştir. Burada başlatılan müzakere süreci açısından barışın demokrasiyle olan güçlü bağı ortaya çıkar.

Müzakere süreci olmasına rağmen adım atmamakta ısrar eden devleti, bu yaklaşımını barışa karşı bir acemilikle açıklamak safdillik olabileceği gibi mümkün de değildir. Yürüttüğü savaşla apaçık resmî ideolojiye hışımla saldıran bir olgu karşısında, ideolojik değişime karşı çıkmak, statükoda ısrar, faşizme karşı mücadelenin başka veçheleriyle bir arada düşünüldüğünde kendi sonunda ısrardan başka bir şey değildir.

Ortada bir acemilik yoktur, devlet için müzakere sürecindeki “değişim” stratejiktir. Hatta hiçbir adım atmadığına bakılırsa taktik düzeydedir. Şüphesiz o faşist ideolojinin ve onun vücut bulmuş hali olan devlet aygıtının alaşağı edilmesi bir devrim meselesidir. Ancak asgari bir barışın tesisi için en azından ideolojinin bir gözden geçirilmesinin gerektiği açıktır. Devlet veya hâkim sınıflar faşistliklerinden vazgeçmek istemezler, vazgeçmezler muhakkak, ancak ideolojik yansımalarının geçmişe nazaran göze batmayacağı bir restorasyon çalışmasının mecburiyet düzeyinde kendisini hissettirmesi zaten müzakere sürecini hazırlayan temel koşul idi.

Her müzakere süreci, temel özelliğine aykırı tutumları en azından çelişkinin mutlaklığı gereği içerisinde barındırmaktadır. Ne var ki, Türk devletinin, öze uygun tek çabasının bulunmadığı koşullarda, sürece asıl rengini aykırılıklar vermektedir.

Barışı ilgili kesimler bakımından neredeyse bir beklenti olmaktan dahi çıkaran devlet aklı, dili ve davranışları söz konusudur. Silahsızlanma veya silahsızlanma hazırlığı böylesi süreçlerin olmazsa olmazı iken daha fazla karakol, daha fazla “kalekol”, asker ve polis; askerî bağlamla dolaysız bir ilişki içerisinde inşasına hız verilen barajlar; Kürtlerin statü talebine rağmen ısrarlı inkâr; yeni anayasa çalışmasının güdüklüğü ve hatta seçim barajının düşürülmesine dahi yanaşmayan; Nûçe TV ve Roj TV’nin kapatılması için gösterilen diplomatik çaba; savaş esirleri olarak kabul edebileceğimiz KCK’lilerin serbest bırakılmaması; özetle demokratikleşme adına hiçbir belirti sunulmayan tabloyu, devlet tarafının müzakere sürecini, savaşa daha güçlü çıkmanın bir aracı olarak kullandığı şeklinde okumak kaçınılmaz olmaktadır.

Sürecin başlatılması açısından en önemlisi de gerillanın çekilmesine ve çekilmeyi devam ettirmesine rağmen zaten buna mecburlarmış gibi üst perdeden sergilenen devlet kibrinin sahteliği, yakın zamanda Kürdistan’da açığa çıktığı gibi, Gezi’de “dahi” açığa çıkmış ve çıkmaya devam edecektir. Zira enerji birikimi yaratan dinamikler Büyük Patlama için daha fazla yakınlaşmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu