DerlediklerimizGüncel

HEYBET AKDAOĞAN | SERBEST PİYASA, BİREY ve TOPLUM

Birey, kapitalist toplumda kendsini yaşayamadığı için, yaşamını, hayatını yönlendirenlere hizmet etmekle sürdürür. Toplumun devamlı ezildiği emperyalist düzende, toplumlar birbirini yok etmek için savaşırlar.

İnsan varolduğundan beri tek başına yaşayamamıştır. Kendi başına varolan ve kendi iradesiyle sonsuz olan yalnızca doğadır. Doğanın bu kudreti karşısında insan (birey) eziklik yaşamış ve savaşçı özelliğini kazanmıştır.

İnsanın doğa içinde yaşadığı olaylar ve gelişmeler, insanın bilinçlenmesini, aynı zamanda doğayı ve kendisini tanımasını sağlamıştır. Bununla birlikte, birey olarak insanın arayışı hiç bitmemiştir. İnsanın yaşam koşulları içinde savrulduğu arayışlar, insanın ancak toplumsallaşmasıyla çözümlere ve neticelere ulaşmıştır. Kişinin doğa karşısındaki acizliği ve korkuları kişiyi, hemcinsleriyle beraber yaşamaya mecbur etmiştir.

Topluluk halinde yaşamanın, varolmak için kaçınılmaz olduğunu anlayan insan, tarihin seyrinde, yaşamak için gerekli olan üretim kaynaklarını topluluk olarak geliştirip çoğaltmıştır. İnsan yaşamını kutsallaştıran ve süreklileştiren emek olgusu da, bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Birey toplumsallaştıkça, fiziksel ve bilinçsel olarak gelişmiş ve kendisini insan eden emek faalitiyle doğanın en önemli eylemcisi ve aktif varlığı olmuştur.

Asırlarca toplum olarak yaşayan bireyler, komünal yaşamın “cennet” tasviriyle ifade edilen asıl “cenneti” komünal birliktelikle yaşamışlardır. Komünal yaşamın ve üretimin özel mülkiyet haline dönüşmesiyle; bireylerin tek başlarına varolamadıkları; o acı gerçekleri tekrar yaşamaları, yalnızlığın korkunç etkisiyle, bireyin ve bireylerin mutluluğunun, toplumsallaşmadan soyutlanması nedeniyle, oluşmuş olan toplumsal üstyapı, bireylerin kendi başlarına hayal ettikleri ve kitlesel bir düş haline getirdikleri “cennet” tasvirinin hayali bir hâl almasına neden olmuştur.

Evrenin sonsuzluğu böylelikle, ancak ölümden sonra düşlenen sonsuzluk olmuştur. İnsanlık tarihinde komünal yaşamın ve üretimin özelleşmesi, toplumları çaresiz bireyler haline getirmiştir.

Toplumların tarihine baktığımızda, üretim güçlerinin ortaklaşalığıyla güçlenen ve ilerleyen birey ve toplum, üretim güçlerini geliştirip artı değere sahip

olmakla, ilk köleci ve sınıflı toplumunu kurmuştur. Toplumsal birlikteliğin özel mülkiyetle gücünü kaybetmesi, insanları kendi güçlerinin üzerinde olmaması gereken güç ve güçleri yaratmasına neden olmuştur. Marksizm biliminde toplumsal oluşumun temel öğelerini iki şekilde biliyoruz: Altyapı ve üst yapı kurumları. Altyapı kurumu, toplumun üretici güçleri ve üretim ilişkileridir. Üst yapı kurumu ise; hukuk, siyaset, din, kültür, politika vb. toplumun yönetim ilişkilerinin bütünüdür.

Üstyapı ilişkileri toplumsal üretim şeklinin ve güçlerinin, insan bilincinde emeğin rolüyle oluşturmuş olduğu duygu, düşünceler ve değerler bütünüdür. Bunlara aynı zamanda toplumun temeli de diyebiliriz.

Toplumun temeli her zaman üretim ilişkilerine uygun düşen üstyapıyı oluşturur. Toplumun üstyapısında sıralamış olduğum kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar bu şekilde var olmaktadır.

Tarihi başlıca beş toplumsal ve ekonomik oluşumlar tanımlamaktadır: İlkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve mutlak toplumun son aşaması olacak sosyalist- komünist toplumdur. İnsanlık tarihinin toplumsal ve ekonomik yapısı içinde oluşan kapitalist sistemde; meta, kişisel tüketim için değil, satış için ve pazarda değişime ayrılan ürünlerin üretimi için yapılmaktadır.

Bu sistem serbest piyasa ekonomisini oluşturan bir yöntemdir. Serbest piyasa: Ürün fiyatının alıcı ve satıcının karşılıklı olarak anlaşmasıyla belirlendiği, arz ve talebinde hükümet tarafından serbest bırakıldığı bir piyasadır.

Hükümet, serbest piyasanın pazar yerinin, bakımını karşılamak için sadece vergiler alır. Kimin neyi alıp, neyi üreteceğini devlet belirlemez, arz ve talep belirler.

Hükümet tarafından, fiyatlara karışılmaz ve kalite kontrolü yapılmaz. Serbest piyasa bir bakıma gönüllü takastır. Serbest piyasaya her ne kadar karşılıklı rıza yoluyla yapılan alışverişler dense de, bir tehdit unsurunun olmadığı yazılsa da, sahtekârlık olmadığı iddia edilse de; tüm bu gerçek dışı yorumların, liberal ekonominin, emperyalist ideolojisini hakim kılması için, toplumları kandırdığı iddiaları ve yalanlarıdır.

Serbest piyasa da arz talebi geçerse, alıcılar tekliflerini düşürebilir ve satıcılar rekabet için fiyat düşürebilirler. Eğer talep arzı geçerse, tedarikçiler fiyatlarını artırabilirler. Bu piyasa ilişkisi ekonomik krizlerin ana sebepleridir. Marksizm, serbest piyasanın kapitalizm olduğunu söylemektedir. “David Ricardo ve Adam Smith” gibi burjuvazi iktisatçıları, serbest rekabeti övmüşlerdir.

Onlar için serbest piyasa da: “Tüm mallar, tüm dünyada sınır tanımaksızın gezebilmeli, her bir üretici, rakibinden daha çok satış yapabilmek için, daha iyi malı, çok daha ucuza üretmenin yollarını aramalıdır.”

Böylece biz tüketiciler de istediğimiz her malın daha kalitelisini çok daha ucuza tüketebiliriz. Oysaki; serbest rekabetin kendi içinden dev tekelleri çıkararak, yerini tekeller arası rekabete bırakmasının ve tüm ekonominin, bu dev tekellerin egemenliği altına girmesinin üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçti. Serbest piyasa sayesinde, Çin mallarının kapitalist piyasayı doldurduğunu görmekteyiz.

Çin mallarının ucuz olmasının sebebi, kullanılan teknolojinin üstün olması ya da mallarının çok kalitesiz olması değil; iş gücünün maliyetindeki, iş gücü düşüklüğüdür.

Diyalektik materyalizme göre değişim, iç çelişkilerin yarattığı bir çatışmanın sonucu olarak oluşur. Fakat, liberal ülkeler bu çelişkilerin yarattığı sonuçları farkedilemez bir duruma sokarlar. Bu nasıl olur? Tekelciler, Afrika ülkelerinde ucuz emek sömürüsü sayesinde, kendi ülkesindeki emekçilere daha iyi gelir sunabiliyorlar.

Afrika madenlerinde işçiler, günün on iki saati bir dolara çalıştırılırken, şirketin Lonra’da satış ve pazarlama ofislerinde çalışanları, Afrikalı işçinin reel gelirinin onlarca, yüzlerce katı ücret alıyorlar. Bu ülkelerde çelişkiler sınıf savaşlarına yol açtığında ise; zayıf halkaların zincirinden kopmaması için, sınıfsal çatışmalar; askeri darbelerle, kontgerilla faaliyetleri ile diktatörlere iç savaşlar yaptırılarak ,bu çelişkiler farkedilmez hâle getiriliyor. Marks, “piyasa toplumunda insanların, zamanla birbirini rakip olarak görmeye başladığını söyler.”

Bu nedenle toplumdaki bireyler; “başarmam için seni yenmem gerekir; artık arkadaşım değil, rakibimsin der.” İnsanlık tarihinin toplumsal ve ekonomik yapısı içinde oluşan kapitalist toplumda, birey, bunalımlarıyla ve çaresizlikleriye her zaman baş başadır.

Birey, kapitalist toplumda kendsini yaşayamadığı için, yaşamını, hayatını yönlendirenlere hizmet etmekle sürdürür. Toplumun devamlı ezildiği emperyalist düzende, toplumlar birbirini yok etmek için savaşırlar. Irkların oluşum sürecini tarihte ilk oluşmuş, kapitalist sistemin özü olan, özel mülkiyet sisteminde açık bir şekilde görebiliriz.

Kapitalist sistemin koşulu olan serbest piyasa da, birey ve toplumun birbirinden bağımsız ve soyutlanmış bir şekilde yaşaması, serbest piyasanın varlığını nasıl koruduğunu bize gösterir. Serbest piyasanın burjuvazinin çıkarlarını temsil ettiğini böylelikle anlaşılır kılabilmekteyiz. Serbest piyasanın oluşumu bireyle gerçekleştiği için, bireyin daha sonra varolduğu toplumdan soyutlanıp, toplumuna hükmeden bir güç olması, serbest piyasa ekonomisinin en belirgin özelliğidir.

Bireyin komünal üretim dengesini bozup, özel mülkiyeti eline geçirmesi; tarihte oluşmuş sınıflı toplumların başlangıcıdır. Sınıflı toplumların kapitalist ekonomisi ,serbest piyasanın sınır tanımaz iç güdüsüyle, metaların birikmesini sağlar. Biriken metalar, toplumsal ihtiyaçlar dışında, çoğunluğun sömürülmesi için güç kaynaklarına dönüşür.

Devletin, serbest piyasaya müdahale etmemesiyle bireyler, yaşadıkları devlet içinde yurttaşlık konumunu güçlendirerek; devletin emperyalist egemenliğiyle beraber, kendilerine karşı egemen gücü kuvvetlendirirler. Sosyalist toplumun oluşmasının elzem olmasının en önemli sebebi ;bireysel gücün, toplumsal gücün üstüne çıkmasını engellemek ve böylelikle sınıflı toplumların gelişmesini engellemektir.

Sosyalist ve komünist mücadelenin önemli önderlerinden Mao Zedung, serbest (liberal) ekonominin bireysel karakterini ve bu piyasaya karşı bireysel ve kitlesel mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini, serbest( liberal) ekonomiyi de belirterek şöyle ifade etmiştir:

“Biz aktif mücadeleden yanayız Liberalizm, ideolojik mücadeleyi rededer. İlkesiz barıştan yoksundur. Bu yüzden liberalizm yozlaşmış bir tavırdır. Liberalizm kendisini çeşitli biçimlerde gösterir. Bir kimse açıkça hata işlediğinde, barış ve dostluk uğruna işi oluruna bırakması, eski bir tanıdık, yakın bir dost’ dur diye ilkelere bağlı tartışmadan kaçınması, kişinin kendisine ve mücadeleye karşı verdiği zarardır. Bu liberalizmin birinci biçimidir. Düşüncelerini kitleye aktif olarak iletmek yerine, özel çevrelerde sorumsuz eleştirelere girişmek, kişilerin yüzlerine karşı hiçbir şey söylemeyip arkasından çekiştirmek ya da dedikodu yapmak, kolektif hayatın ilkelerine kulak asmayıp, kendi bildiğini okumak, bu liberalizmin ikinci biçimidir. Mücadele içerisinde emirlere uymayıp, kendi görüşlerini her şeyin üstünde tutmak, mücadele disiplinini tanımamak ise liberalizmin dördüncü biçimidir.

Hatalı görüşlere karşı tavır almak yerine, kişisel saldırılarda bulunmak, kişisel kin gütmek liberalizmin beşinci boyutudur. Birinin, kitlelerin çıkarlarına zarar verdiğini görüp tepki duymamak, engel olmamak, liberalizmin altıncı boyutudur. Bunların hepsi liberalizmin birer ifadesidir. Liberalizm, küçük burjuva bencilliğinden kaynaklanır. Kişisel çıkarları birinci plana alır, devrimci çıkarları ikinci plana iter; bu da ideolojik ve örgütsel liberalizme yol açar. Liberal kimseler, Marksizmin ilkelerini soyut birer doğma olarak görürler. Marksizmi kabul ederler ama onu uygulamaya yanaşmazlar. Bu kimselerde Marksizm vardır ama aynı zamanda liberalizm de vardır. Bu kimseler Marksizmden söz eder, liberalizmi uygularlar. Bunlar, her birini kullanacak yer bulurlar.”

Oluşan toplumsal çelişkiler, birey ve toplum arasında tarihten bu yana varolan, insan ve toplum doğasında zıtlıklar yasasının büyümesine neden olmuştur. Serbest piyasanın bireyin çıkarlarını, toplumun çıkarlarından üstün tutması, birey ve toplum ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal dengenin bozulmasına yol açmıştır.

İnsanlar arası mevcut ilişkilerin güven duygusundan uzaklaşmasının asıl nedeni budur. Varolan bunca çelişki ve zıtlıkların gelişmesiyle, serbest piyasa karakteri, toplumsal varlığa küçük bir azınlık tarafından hakim olur. Marksizm, özel mülkiyetin aşılmasının, üretimin ancak toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmesiyle mümkün olacağını bilimsel bir şekilde ispatlar. Marksizmin

bu bilimsel yöntemini hayata geçirmemek, serbest piyasa ekonomisinin üretimini, özel mülkiyetle birlikte “spekülatörler” lehine çevirmektir. Serbest piyasanın yaşandığı emperyalist sistemlerde, çoğulcu demokrasiler ve faşizm, siyasi açıdan birbirilerine zıt olmalarına rağmen, ekonomik açıdan her ikiside burjuvaziye hizmet ederler.

Çünkü servet üretimi ve artık değerle elde edilen sermaye birikimi, hem çoğulcu demokrasilerde hem de faşist sistemlerde varlığını sürdürmek için bu iki kaynaktan beslenirler. Dikkat edilirse serbest piyasanın varettiği evrensel yönetimlerde ve yerel yönetimlerde; barış, özgürlük ve kardeşlikten daima bahsedilir, ama sınıf mücadelesinden hiç söz edilmez. Tarihin yaşanmış koşulları ve günümüzün şartları, sınıf mücadelesinin savunulmasını bizlere gerekli göstermektedir.

Bireyin var olduğundan beri, toplumun bir parçası olduğu ve toplumsuz bireyin olamayacağını, yaşamın pratik süreçleri bizlere ispatlamaktadır. Bireyin, serbest piyasa ekonomisiyle faşist ve kapitalist ideolojilerin kuklası olduğunu, bireyin bu ideolojiler içindeki aktif rolü ayan- beyan ortaya koymaktadır.

Serbest piyasa ekonomisinde, ezilen sınıf içerisinden belirli kişiler yüksek ücret karşılığında, ezilen sınıf içindeki insanları sömürgecilere çalıştırmak için görevlendirilir. Bunlar, sömürgeciler için birer aracı görevini üstlenirler. Aracılık yapan bu tür kişilere insan tüccarları da diyebiliriz. Serbest piyasanın bu sistemini, “Komprador” terimiyle izah edebiliriz.

İbrahim Kaypakkaya’nın ifadesiyle; “Komprador” terimi, komünal toplumun bitmesiyle ortaya çıkan kapitalist toplumun; efendi-köle ilişkisidir. Kaypakkaya, Kompradorların Türkiye’de çoğaldığı Cumhuriyet dönemini ; köylü/ ağa, imtiyazlı memurlar sınıfı ve burjuvaziye çalışan feodal beylerin devletle bütünleşmiş ilişkileriyle, nasıl geliştiğini yazılarında kaleme almıştır.

Komparador deyimi ilk olarak Amerika’nın kuruluş döneminde, köle ihtiyacını karşılamak için, Batı Afrika’dan getirilen zencileri, esir tüccarlarına satan zenci aracılar için kullanılmıştır.

Komprador’ların ilerlemesiyle beraber , toplum içine yerleşen köleci sitemin, ortaya çıkarmış olduğu bireysel fırsatçılıklar; toplum içinde suç ve suçlunun çoğalmasına yol açmıştır.

Kaypakkaya’nın, liberalizme (serbest piyasaya) “oportünizmin ta kendisidir” demesi, asırlardan beri var olan ezen –ezilen sınıf savaşlarını çok iyi özetlemektedir. Bireyin toplumsallaşması, insanın doğasına zıt bir şekilde gelişirse, birey ve toplum çatışma içinde olur. Bu nedenle toplumun ve doğanın uyumu bozulur, birey de her zaman kendisine ve topluma zarar veren bir “varlık” olur.

Birey ve toplum ayakta kalmak için komünal toplum yaşamını, tekrar yaşamak isterse, doğa yasalarına uymayı bilinçli bir ilke edinirse; insanlığın aydınlık geleceği olacak, sosyalist topluma ancak o zaman varılır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu