MakalelerPusula

Yine yeniden… 2

Zorlanarak zorlayarak bir ayı ardımıza atmıştık. Mazgirt’te altmış kişilik bir TİKKO grubunun, Nazımiye’de bazı yerleri mesken eylediği ağızdan ağza dolaşmaya başlamıştı.

Araziyi asgari düzeyde tanımış, köylülerle tanışmıştık. Tabii bir ayda ne kadar olursa… Birçok konuda sohbet ettiğimiz edeceğimiz; anlamaya, anlatmaya, tanımaya, tanıtmaya çalıştığımız köylülerin kimisi kırk yıllık dostumuzmuş gibi hemen kuruverdi köprülerini; kaygısız, rahat. Kimisi çekingen, sevinmeyenler de var kuşkusuz, korkup “yine mi” diyenler de.  

Bunların birçoğunda, ortak bir şey vardı.  Bu ortaklık; sohbetlerde o kadar dilleniyor ki gözden kaçmasını, hatırda kalmamasını imkansız kılıyordu. Birçok köylüyle sohbette dilleniyor, Çakaran.

Bizim içinden birkaç kere geçmişliğimiz var. Nazımiye Mazgirt arası, iki sırtın arasında kurulmuş bir vadi. Bir sırtı Mazgirt’in bir sırtı Nazımiye’nin… Sırtlarından irili ufaklı, sulu susuz, dereler derecikler iniyor ana dereye. Ana dere, metrede bir kıvrılarak Peri’ye kadar uzatıyor kendini. Bazen orman yamaçların arasından,  bazen çıplak ve kumlaşmaya başlayan taş yamaçların, bazen de sapsarı otların arasından… Yıkık evler, köm yerleri var dere kenarında, içlerinde otlar bitmiş çoktan. Onlar da sahipsiz kalmış Çakaran gibi…  Sonbaharda kalabalıklaşır Çakaran. Çakaran’ın eski dostları onu son dostlarından koparmak için gelirler. Bir av uğraşıdır ki sormayın. Peki, nedir onun hasretini böyle tellendiren, kağıda sardırıp ömrünü çeker gibi ciğere kadar aralıksız çektiren? O anlatıldığında masadaki çayları soğutturan nedir? Çok zor değil cevabı, zaten sohbetlerde açıktan söylenir: nedeni orada yaşanılanlardır. Köylüler geçmiş kışlarda oraya yaylaya giderlermiş; davar-doluk, çoluk-çocuk. Gece gündüz gerillalar ile birliktelermiş. Sonrası uzun bir ayrılık, bugün biten… Bu kimi çekingen, kimi korkan, seven-sevmeyen… İnsanların döne döne anlattıkları şey budur.

Geçip giden günler bizi alanın eskileri haline getiriyor. Aynılıkları farklılıklarıyla buralar da Dersim’in başka ilçeleri. Her geçen gün bu aynılıkları farklılıkları daha da ayrıntılandırabileceğiz. Çizgiler gün geçtikçe incelecek ve çoğalacak. Alandaki hemen hemen her yerden görünen Düzgün Baba dağı alanın farklılığı… Sınırları Dersim’in dışına taşmış büyük bir ziyaret.  Kimisi sıcağın altında kızgın toprağa yalınayak basarak tırmanıyor ziyarete, kimisi kazanç merkezi haline getirmiş ziyareti… Bu dağın bizim için de ayrı bir önemi var. Geçmişimizi sürekli canlı tutuyor. Tohum kitabından kareleri aklımıza getiriyor.

Dağın Çakaran’a bakan yamacından bir dere akıyor. Kıl deresi Çakaran’ın ana deresini oluşturan iki dereden biri. Şimdi az bulanık akar suyu. Durulayamadı kendini. Bir zaman duruydu. Bir zaman kan kırmızısı aktı. Sonrası bulanık. İçine oturmuş taşlardaki kan izlerini silemedi bir türlü. Unutamadı Kıl Deresi 38’i…

“Çok yaşım var, 38’de biz yedi yaşındaydık. Çok var yaş kızım. Bizi getirdi ki öldürsün. Biz nasıl ormana girdik, dedem burası ormandır dedi. Kim elinden geliyorsa kaçsın.”

Geceler yavaştan uzamaya başlıyor. Güneş ısısını tam olarak yedirememişken toprağa taşa, bir dağın ardından erkenden kayboluyor.

Geceleri yağmur yağmasa da uyandığınızda gazeller, otlar ıslaktır artık. Dere kenarlarına ak düş-müştür. Sular soğur, buzlanan taşlar kayganlaşır. Sabah ateşini beklemek sabır işidir. Yazın sıcağında köşe bucak kaçtığınız güneş yüzünüzü güldüren bir hadisedir her sabah…

Sonra hissettirir biçimde rüzgar eser. Soğuk rüzgar, bulutları sürükler beraberinde. Sağanak başlar. Ve toprak artık kurumayacaktır. Havalar iyiden iyiye soğuk, yapraklar dallarla tutunamayacak kadar kırılgandır. Her geçen gün kaç yaprak kendini rüzgarın aldatıcılığına kaptırıp ağacını terk eder, hesaplamak zordur.

Zirvelerden keçi kokusuna inen yaban tekeleri, sıcağa yürüyen domuz sürüleri, odun taşıyan, yaprak yığan köylüler. Yaylardan inen ve koçları sürüye katan yaylacılar. Ve sonbahar… Derin vadilerin, sarp yamaçların, yüksek dağların çetin kışının öncesi.

Toprak suya doymaya, orman boy atmaya hazırlanıyor. Yaban keçileri karınlarına düşen bebeleri için güvenli bir in arıyor. Düşman pusuda zor zaman için bir açık arıyor.

Şimdi; uzun süren yağmurların altında, çamurlara bata çıka faaliyet yürüttüğümüz alandan; yüksek dağların sarp yamaçlarına, derin vadilerin karanlık ormanlarına doğru yol alan gerilla birliği tırmandığı her yokuşun bitiminde dönüp gerilere bakıyor.

Ayak bastıkları her taş, gördükleri her mağara, girdikleri her ev, şaşalarını (şişe) doldurdukları her çeşme kırk üç yıl öncesini hatırlatmıştı bu sene… Yaklaşık yirmi yıl aradan sonra yine deyip yeniden gelmişlerdi bu sene. Hamik dağı, Muxundu köyü, Düzgün dağı, Bostan köyü, Jargovit ormanları… Vartinik… Hep kırk üç yıl öncesini getiriyor akıllara.

Buradan geçmişler midir?

Burada kalmışlar mıdır?

 

***

Gören görmeyen onları anlatıyor. Halk, efsanesini nasıl yaratıyor burada şahit oluyoruz sanırım. Nasıl yıllara yayarak, nasıl sabırla işleyerek nasıl inanarak ve daha neler katarak… İbrahim yoldaş buralarda bir efsaneye dönüşüyor. O yıllar da yaşamamış insanlar bile içtenlikle onu görmüş gibi anlatıyorlar. Bildiğimiz kadarı ile İbrahim yoldaş bölgede kısa aralıklarla kalmış fakat çok uzun süre buralarda kalmış gibi anlatılıyor. Kırmadan etkin silahları olmaması lazım ama bizzat İbrahim yoldaşın üzerinde mavzer görenler var!

“Benim o zaman Nazımiye’de dükkanım var. Her sabah açmaya gidiyorum.” Yine böyle bir sabah dükkanı açmaya giden amca yolda; İbrahim yoldaşla karşılaşıyor. Önceden zaten tanışıklığı var. İbrahim yoldaşın beline fişeklikler sarılı, elinde de mavzeri karşıdan geliyor. Yan yana vardıklarında amca soruyor hoş beşin ardından. “Hayırdır nereye böyle sabah sabah.”

İbrahim yoldaş da Pülümür tarafından silah geldiğini, kimsenin gidip almadığını bunun üzerine de kendisinin gidip getirdiğini söylüyor ve vedalaşıp ayrılıyorlar.

İbrahim yoldaş beraberinde kırk kişiyle bir mağarada kalıyor. Şimdi elli yaşlarında olan bir amca kar tipi demeden; erzaksız kalacaklarını düşünerek bir torba erzağı vurup sırtına yola düşüyor. Ve daha birçok gerçek ve gerçek dışı olay birbirine katılarak anlatılıyor. Öyle içten, öyle hoş… Buraların bir başka efsanesi de onu izliyor. Armenak Bakır yoldaş da bir yamacın ufkunda uzanmış, uyuyor. Karşıda kalan Karakoçan köyleri de Hasan Hakkı Erdoğan yoldaşla, Hasan Akyol yoldaşların köyleri. Armenak Bakır yoldaş onlara fısıldıyor

“Duydunuz mu bizimkiler yeniden gelmiş…” Armenak Bakır kampına doğru yolumuza devam ediyoruz…

 

Dersim’den Bir Partizan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu