GüncelManşet

“Bu projeler, Kürdistan’ın doğasına ve hafızasına yönelik”

Amed: Asi Dicle Nehri’nin Amed’in içerisine doğru kıvrıldığı kolunun kenarında, tarihi koynunda besleyen cennetten bir parçadır Hevsel Bahçeleri… 8 bin yıllık tarihi ile “kentin hafızası” olan Hevsel Bahçeleri, döneminde kentin sebze-meyve ihtiyacının % 80’ini karşılarken, kentin büyümesi ve nüfusun çoğalmasıyla bugün bu oran % 10’a düşmüş durumda. Hevsel Bahçeleri, aynı zamanda gerilla direnişlerine ev sahipliği yapması ile de bilinen bir bölge.

Geçtiğimiz Ekim ayında Amed Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ortaklığında hazırlanan projede Amed surları ile birlikte UNESCO’ya aday gösterilen Hevsel Bahçeleri; şimdi yapı rezerv alanı ilan edildi.

Bu gelişme üzerine yok edilme tehdidi altında olan Hevsel Bahçeleri ve TOKİ’ye devredilmeye çalışılan Kent Ormanları ile ilgili Mezopotamya Ekoloji Hareketi bünyesinde yer alan Ekoloji Derneği’nden Nurhak Akıncı ile konuştuk. Hevsel’i, Kent Ormanları’nı, “çözüm süreci”ni konuştuk.

– İlk olarak Hevsel Bahçeleri’nin Amed açısından önemi ile başlayalım isterseniz.

– Hevsel Bahçeleri’nin 5 bin yıllık bir tarihi var. Burası Amed’in ve Kürdistan’ın önemli tarihi bölgelerinden biri. Bugün kent çok büyüdüğünden bunu söylememiz mümkün değil ama geçmişte bölgenin % 70-80’inin sebze ihtiyacı bu bahçelerden karşılanıyordu. Bugün ise % 10’luk bir oran söz konusu. Suriçi’ndeki halkın günlük gelirini sağlamak için ürün yetiştirdiği bir alan halinde. Belediyenin yaptığı park alanlarını saymazsak, kentin tek yeşil alanı, aynı zamanda doğal peyzaj alanıdır burası.

Bugün Amed deyince aklımıza ilk başta gelenler surlar, Hevsel Bahçeleri ve Dicle Nehri’dir. Bu üçü üzerinden bir misyon, bir anlam yükledik bu şehre. Bu açıdan Hevsel Bahçeleri aynı zamanda bu kentin hafızasıdır, tarihidir.

 

“Dicle Vadisi, susuz bırakılmaya çalışılıyor”

– Peki, Hevsel Bahçeleri’nin yapı rezerv alanı ilan edilmesi ne anlama geliyor bölge açısından?

– Biliyorsunuz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sadece Hevsel Bahçeleri’ni değil, komple Dicle Vadisi’ni yapı rezerv alanı ilan etti. Buranın yapı rezerv alanı ilan edilmesi, imara, yapılaşmaya açılması demektir. Bu karar, Bakanlığın ve AKP hükümetinin, Amed’in muhalif toplumsal alanlarından olan bölgenin boşaltılmasının önünü açan bir proje aynı zamanda. Bakanlık, bir-iki yerde açıklama yaparak, “biz burayı yapı rezerv alanı ilan ettik, ama buraya bina yapmayacağız” demiş. Bu, gerçeği manipüle eden bir açıklama. Bir yer yapı rezerv alanı ilan ediliyorsa, amaç oradaki yapı stokunu karşılamaktır. Bu tehlikeli bir süreç. Çünkü bu karar, Hevsel Bahçeleri ve bir bütün Dicle Vadisi’nin yok edilmesi anlamına geliyor.

Nehir üzerindeki HES’ler ise sürecin bir diğer ayağı… HES projeleri ile birlikte Dicle Nehri’nin kuruması, akışının durdurulması ve ardından da buranın yapılaşmaya açılması ile birlikte aslında bir bütün olarak Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri yok olacak. Gelecekte bizi böyle bir süreç bekliyor. Burada 3 tane HES projesi yapılması planlanıyor. Son Kent Konseyi toplantısında da DSİ’den yetkililer gelmiş, açıklama yapmışlardı. Dicle’de zaten suyun akışı sınırlı ve debisi az, HES projeleri ile birlikte az olan suyu biriktirip bütün Dicle Vadisi havzasını susuz bırakacaklar. Meseleye biraz bütünlüklü baktığımız zaman birbirini tamamlayan bu projeleri; Amed’in, Kürdistan’ın doğasına, dokusuna, tarihine, hafızasına yönelik bir yıkım süreci olarak görüyoruz.

– Bu konuyla ilgili en dikkat çekici olanı bir taraftan Kültür ve Turizm Bakanlığı, buradaki yerel örgütlenmelerle işbirliği içerisinde proje hazırlıyor ve sur ve Hevsel Bahçeleri’ni “Dünya Kültür Mirası” olabilmesi için UNESCO’ya aday gösteriyor. Diğer taraftan da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı burayı yok edecek projeleri yürürlüğe sokuyor. Bu “çelişkiyi” nasıl yorumluyorsunuz?

– Söylediğiniz gibi, bir UNESCO süreci var. Bu süreçte bölgeye kesinlikle hiçbir şekilde yapı yapılmaması gerekiyor. Bu şartlarda kabul ediyorlar. Belediye ile Kültür ve Turizm Bakanlığı böyle bir proje hazırlarken, bir anda haberlerden bölgenin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılaşmaya açıldığını öğrendik. Kimseye sorulmadan, yerelden kimsenin fikri alınmadan alınmış bu karar.

Bu durum başta Bakanlıklar arasında bir çelişki gibi gözüküyor. Ama aslında tek merkezden hazırlanan bir süreç bu ve bu tür çelişkilerle gerçek manipüle edilmeye, halkın kafası karıştırılmaya ve bu duruma karşı “Bakın bir Bakanlığımız da UNESCO sürecini destekliyor” görüntüsü yaratarak muhalif refleksler azaltılmaya çalışılmaktadır. Sonuç olarak biz bu projeye sonuna kadar karşı duracağız. Biz bu bölgenin doğal haliyle kalmasını istiyoruz.

– Bu projelerle ilgili hukuki süreç ne durumda? ÇED toplantıları yapılıyor mu?

– Hukuki süreç, belediye üzerinden yürüyor. Büyükşehir Belediyesi, projenin geri alınmasına dönük Bakanlıkla görüşüyor. Aynı zamanda hukuki süreç de başlatılmış durumda. Ama ÇED toplantıları henüz yapılmadı. HES projelerinin olduğu bölgelerdeki köylere de gittik. HES projelerinin ihalesini alan Eser A.Ş. isimli şirketin normalde Ocak ayına kadar bu toplantıları gerçekleştirmiş olması lazım ama şu ana kadar bir toplantı yapılmamış.

Toplantı yapılırsa, orası artık kamusal bir alan anlamı taşıyor. Ve burası asker-polis koruması altına giriyor. Siz yine eyleminizi yaparsını orada ama artık orası asker ve polisin koruması altına girmiş oluyor. Onların da istediği bu… Toplantı şimdiye kadar olmamış ve bundan sonra da Ocak ayına kadar yaptırılmaması gerekiyor. Köylülerle zaten iletişimimiz var ve hep birlikte buna engel olmaya çalışacağız.

 

“Tüm derelere ‘güvenlik barajı’ yapılıyor”

– Bu projeler sadece rant ve talan değil, aynı zamanda Amed’in kültürüne ve toplumsal muhalefet gücüne vurulan bir ket. Doğru. Ancak buranın aynı zamanda gerilla alanı olması, gerillanın “çözüm süreci” ile birlikte buradan çekilmesi ile bu projelerin hız kazanması oldukça manidar değil mi?

– Şu an “çözüm süreci” denilen bir süreç yaşıyoruz. “Çözüm süreci”nde özellikle gerillaların boşalttığı alanlara devletin ciddi anlamda bir yüklenmesi söz konusu. Bu askeri anlamda bir yüklenme değil. Baraj yapımı, kalekollar, HES’ler, maden ocakları, kum ocakları… Bunların hepsi ile Kürdistan’ın doğasına yönelik sömürü ve asimilasyon politikası geliştirilmiş durumda. Bu, aslında bizim “çözüm süreci” dediğimiz süreci de boşa çıkaran bir anlam taşıyor.

Tamam biz operasyonlar, ölümler olmasın istiyoruz, amacımız bu olabilir; ama bu projeler bizim uğruna mücadele ettiğimiz bu coğrafyanın talan edilmesi anlamına geliyor. Şirketlerin doğamıza zarar vermesi, özellikle gerilla alanlarında “güvenlik barajlarının” yapılması; tüm bunlar ileride sizin mücadelesini vereceğiniz bir coğrafyanın olmaması anlamına geliyor. Bu noktada gerekli bütün mücadeleler verilecektir. Barajlardır, HES’lerdir; tüm bunlara karşı bir bütün mücadele verilmelidir.

Şunu da vurgulamak gerekiyor; bizim ekolojik yaşama, topluma dair bir yaklaşımımız, hedefimiz var. Salt çevre hareketlerinden ziyade biraz daha ekolojik bakış açısını topluma indirgemek lazım. Yoksa bir yerde siz HES projesini durdurabilirsiniz, ama orada ekolojik bilincin olması ve bunun yaşama uygulanması daha farklı bir durum. Kürdistan’ın hemen her yerinde şu an baraj yapılıyor; Şirnex’ten tutun da Siirt’e, Hakkari’ye kadar tüm derelerde “güvenlik barajları” yapılıyor. Buna kesinlikle karşıyız. Bütün alanlarda mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

 

“Kent ormanları, kentin nefes alanı”

– Bakanlığın son yaptığı açıklamalarda bölgedeki Kent Ormanları için de TOKİ’ye devredileceği söyleniyor.

– Kent Ormanı, 200 hektarın üzerinde oldukça büyük bir alan. Bundan 5-6 yıl önce Büyükşehir Belediyesi tarafından burası ile ilgili hazırlanan bir imar planı vardı. TOKİ burayı daha önce de yapılaşmaya açmak istemişti, ancak Kent Konseyi buna karşı imza kampanyası başlatmış, halktan ciddi bir tepki gelmiş ve bu projeye engel olunmuştu.

1 yıl kadar önce mahkeme süreci başladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden buranın yapılaşmaya açılmasına dönük talepler oldu. Burası Hazine’ye ait bir alan olduğu için Bakanlığın, belediyeyi de by-pass ederek proje hazırlama gibi bir durumu var. Şu anda yapmış olduğu bu aslında. Yereldeki bütün dinamikleri göz ardı ederek, buraya isterse 30-40 katlı bina yapabilir.

Kent ormanları, kentin nefes alabileceği büyük bir alan. İleride kentin en güzel yeşil alanı olarak tasarlanıyordu. Burası da şimdi yapı rezerv alanı ilan edildi. Bu tamamen ranta, yağmaya dönük bir adımdır. Hiçbir toplumsal yarar yok, bireylere peşkeş çekilen, hükümet yandaşlarını zengin edecek bir proje bu. Kenti, kent halkını düşünüyor olsalardı; buranın kısıtlı yeşil alanlarını yapılaşmaya açmazlardı. Bir de bunu kentten hiç kimseye sormadan, Ankara’dan, başka bir merkezden karar alıp yapıyorsunuz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu