Güncel

Biz kapayamadık gözlerinizi, ama siz açtınız gözlerimizi!

Biliyorum bu topraklarda bir yerde bedenin; ya hala nefes alınıyor ya da nefessiz. Ama hala bu topraklarda… Nasıl olursa olsun yine de bulmak, görmek istiyorum seni. Kendimi kandırıyorum, hayır nasıl olursa olsun değil, nefes alırken, gülümserken, neşe içinde sen, kahkahalarla bulmak istiyorum seni. Zaman yeniden gittiğin günden andan itibaren aksın istiyorum. Bir yanım yokluğunun karmaşasıyla cebelleşiyor, ihtimalleri en kötüsünün kabul edip yüzleşirsem, sustursam umudumu geleceğine dair, hafifleyecek belki de acılarım. Bu boğuntu bitecek. Ama bu acıların içinde bir umut var susturamıyorum!

Seni bazen her şeye benzetiyorum, bazense hiçbir şeye. Tıpkı çokluk ve azlık gibi, varlık ve yokluk gibi yıllar geçtikçe bunu daha da derinden hissediyorum. Anıların silikleşip, soyutlaşıyor sanki yavaş yavaş benliğimde. Bütün mesele zaman ve mekânmış gibi, zaman ve mekânı yakaladığımda sorunlar çözülecekmiş gibi… Yelkovan akrebi geçtiği an her şey yerli yerine oturacakmış gibi… Olumsuzlukların, olumluya dönmesi gibi…

Hep oturduğun yerden bakıyorum çerçevelettiğim resmine. Bana göre zaman hiç geçmiyor, yerinde sayıyor. Akrep ve yelkovan işlevini yitirmiş gibi. Aslında yelkovan nasıl akrebi kovalıyor ve bu döngü sistemli bir şekilde işliyorsa, günler, aylar ve yıllarda birbirini kovalıyor. Saçlarımdaki aklar yüzümdeki çizgiler doğruluyor bu döngüyü. Sense çerçeveli suretindeki yaştasın hala. Ha geldin… Ha geleceksin…

Demiştin ya “Yaşayanlar kapar ölülerin gözlerini. Yaşayanların gözlerini ölüler açar” diye. Afrika atasözüymüş, çokça okuduğun kitapların birinden almıştım bu sözü, ne kadar anlamlı bulmuştun. Ben ise anlam verememiştim. Ama şimdi ben de anlam buldu, hem acı, hem umut veren bu söz.

Şimdi saat sabahın sekizi. Gözlerim saatin hareketliğine takılıyor. Beynim ise senin son gördüğüm ana götürüyor beni. Yine sabah, ikimiz de çıkmak için hazırlanıyoruz. Ben her zamanki gibi unuttuğum bir şeyleri hatırlamaya çalışıyorum. Sen ise kapının hemen önündesin. “Akşam erken gel” diyorum. Sen de “Akşam erken geleceğiz” diyorsun. Ve elini kapının koluna atıp, kapıyı açıyorsun. Vedalaşırken dolu dolu gülümsüyorsun, gözlerinin içi parlıyor. Yaşama sevincini yüreğimin taç derinliğinde hissediyorum. Akşam evin yine senleşeceğini düşünüyorum. Hep birlikte kurulan sofra, keyifle yenen yemekler. Sonrasında ben daha algılamadan elbirliğiyle hızla toplanan sofra… “Ne kadar çalışkan ve iyiler abimin arkadaşları” diyorum. Sonra başlıyor hararetli tartışmalar. Sesler alçalıp yükseliyor. Hemen oraya giriyorum “çaylar” diye, herkes bir an bana bakıyor ve gür kahkahalar patlak veriyor… Bunları hatırladıkça gülümsüyorum hala. Şimdi olduğu gibi… Sonra, sonra mı? Ben kızmaya başlıyorum. “İşi çıktıysa niye haber vermiyor. Bunca yemekte boşa gitti” diyorum. “Biraz daha bekleyeyim, gelir belki” diyorum. Saatler yine kendi döngüsünde geçerken, sen hala gelmemeye “kararlısın”. Sabah kalktığımda yoksun yine. Meraklanmaya başlıyorum. Kapı çalıyor, arkadaşların içeriye giriyor. Yüzleri gergin, sesleri de birçok kaygı barındırıyor. Ben daha da endişelenmeye başlıyorum. Evden çıktıktan sonra sivil polislerin seni sokak ortasında karga tulumba gözaltına aldıklarını, anlatıyorlar. Sonrası çok çabuk gelişiyor, kendimizi karakolda buluyoruz. Soruyorum seni “Öyle biri yok”, “Biz gözaltına almadık” diyorlar. “Nasıl olur” diyorum. Saatlerce tartışıyoruz. Seni nefes alıyor olarak görmek istiyorum. “Gidin buradan, kesin ümidinizi ondan” diyorlar. Sürükleyerek çıkartıp, kapının önüne atıyorlar bizi. Gözyaşım, öfkem ve açım oluyor. O günden sonra, sokaklar evim… Seni bulma umudum, sana olan hasretim oluyor.

Sokaklarda seni aramaya, meydanlarda adını haykırmaya başlıyorum. Meydanlar öğretmenim oluyor. Topu öğreniyorum, gazı öğreniyorum, mücadeleyi öğreniyorum. Yokluğunda çoğalmayı öğreniyorum. “Sen”, “siz” oluyorsunuz. Kaybedilenler kaybım, faili belli cinayetler öfkem oluyor. Yan yana geldiğim her aile ile acılarımızın ortak olduğunu gördükçe, öfkem oların acılarıyla bin kat daha artıyor. Bakıyorum hepimizin gözlerinde aynı öfke okunuyor, hepimizin dilinden aynı sözler dökülüyor. Yıllar geçtikçe ben değiştiğimin farkına varıyorum. Anlıyorum ki o ilk gün karakoldan bizi sürükleyerek dışarı attıkları gün, “ümidinizi kesin” dedikleri gün, ben umuda daha çok sarılmışım. Ve ben sen olmuşum, sen ise ben… Ben umudu senin son sözlerinde bulmuşum ve yeniden doğmuşum… Bu defa daha inatçı, daha kararlı, zincirlerimi kırarak nefes almaya başlamışım.

Sevgili Abiciğim, bugün günlerden cumartesi, kaybedilişinin beşinci yılındayız. Ben yine seni daha derinde hissederek çıkmak için hazırlanıyorum. Elimi kapının koluna atıyorum, kapıyı açıyorum. Kapıdan gülümsüyorum, yaşama olan sevincimizi yeniden hissediyorum. Gideceğimiz yer Galatasaray Lisesi önü, yeni mücadelemizin, kavgamızın, direnişimizin yeri. Seni soracağım katillere yeniden. Sizi soracağız katillerinize, hesap soracağı. Sizi katledenlerden sizi isteyeceğiz. Verin diyeceğiz yakınlarımızın bedenlerini…

Evet, biz kapayamadık gözlerinizi, ama siz açtınız gözlerimizi…

(Bir okur)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu