Makaleler

İŞÇİ SINIFI VE YENİDEN YAPILANMASI ÜZERİNE (1)

Sermayenin 70’lerin ortasından itibaren uygulamakta olduğu politikalar mülkiyet, üretim ve istihdamda köklü değişiklikleri de beraberinde getirdi. Sermayenin giderek tekelleşmesine paralel geniş bir mülksüzleştirme dalgası yaşandı. Bununla birlikte üretim süreci, çeşitli biçimlerde parçalandı. Küçük birimlere ayrılarak yeniden yapılandırıldı. İşgücünün bileşiminde kadın, genç ve çocuk emeğinin yaygın kullanımı gündeme gelirken, istihdam yapısında da esneklik temelli önemli değişiklikler yaşandı. Part-time, taşeron, sözleşmeli, belirli süreli ve benzeri adlar altında farklılaştırılmış, ama geçici işçiliğin esas olduğu bir istihdam biçimi temel çalışma biçimi haline geldi.

Son olarak torba yasayla, taşeron çalışmanın önündeki tüm engeller kaldırılmak isteniyor. Aynı tasarı içinde bulunan kıdem tazminatı yaklaşan seçim süreçleri ve yükselecek tepkiyi bugün istemedikleri için şimdilik ertelediler. Artarak süren işsizlik baskısı altında işçi sınıfı, gelecek kaygısıyla güvencesiz çalışma koşullarına rıza göstermek zorunda kaldı.

Sermayenin ekonomik düzeyde olduğu kadar üretim süreci ve ideolojik düzeydede işçi sınıfı üzerinde geliştirdiği denetime karşı sendikaların gerekli yanıtı üretememeleri, sermaye ve devletle uzlaşmaları, işçi sınıfının sendikalara güvenmemesine ve kendi gücüne yabancılaşmasına yol açtı. Önceki dönemin çalışma ilişkilerine göre biçimlenmiş sendikal yapılar, gerek örgütlenme gerekse de mücadele anlayışı itibariyle yeni süreci karşılayamadı, sermayenin kapsamlı saldırıları ile baş edemedi. Sendikal yapılar güç, güven ve itibar yitirdi; sermayenin politikalarına yedeklenen sendikal bürokrasi egemenliğini pekiştirdi.

Türkiye’de sendikal hareket, başlangıcından itibaren önemli ölçüde kamu ağırlıklı bir yapıdaydı. Devlet tarafından kurulanları bir yana, diğer sendikaların da “işin kolayına kaçarak” esas olarak devlet mülkiyetindeki sektörlerde örgütlenmesi, sendikal yaşamın da devlet denetiminde daha fazla girmesine zemin hazırladı. Sendika yönetimlerinin devletçi ve resmi ideolojiyi aşamayan çizgileriyle hükümetlerle iyi geçinme yolunu seçtikleri bilinen bir gerçek. Sorunları, görüşmeler yoluyla çözme politikası beraberinde tavizleri ve haklar için mücadeleden uzaklaşmayı da beraberinde getirdi. Bugüne kadarki işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi ile sınıf perspektifini koruyan az sayıdaki sendikanın çabası, sendikal harekete egemen olan işbirlikçi, bürokratik kastı aşmaya yetmedi. Bu kastın eliyle sendikaların çoğunluğu sınıf mücadelesinden uzaklaştırılarak, devletin güdümünde hareket eden ve sermayenin çıkarlarında uzlaşan kurumlar haline geldi. Sendikal hareket, bürokratik kastın inisiyatifi altında sürekli kan kaybetmekte, işçilerin birlik ve dayanışmaya en fazla ihtiyaç duydukları dönemde ırkçı, gerici ve şoven ideolojiler etkin kılınarak güçten düşürülmektedir. Giderek işçi sınıfının ekonomik taleplerini bile karşılayamayan, sınıf işbirliğini ve sendikal bürokrasiyi palazlandıran, yolsuzluğa ve hırsızlığa bulaşan, içe kapanan, kapandıkça küçülen, kesimsel çıkarların ötesiyle ilgilenmeyen ve bu halleriyle de işçi sınıfının azınlık kastlarına dönüşen sendikalar, sendikal harekete egemen hale geldi.

Bu verili durum, sendikal hareketin içinde bulunduğu krizi aşabilmesi için köklü değişim sürecine girmesini gerektiriyor. Köklü değişim, sendikal harekete yön veren geleneksel bürokratik sendikal perspektiften bütünsel kopuşla olanaklı olabilir. Bu ise yaşanan olay ve olguları doğru analiz etmeksizin, kendini devrimci eleştiri süzgecinden geçirip egemen olandan yol ayrımı yaşamaksızın gerçekleşemez. Geleneksel sendika yönetimleri yaşananları kendilerinin dışında gelişen dışsal bir süreç olarak sundular. Oysa kriz onların sendikal anlayışlarının, sendikaları işletiş tarzlarının krizidir. Onlar dünyada ve ülkemizde yaşanan sorunları sanki bu sürecin içinde kendileri hiçbir şekilde yokmuş gibi anlatarak, kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışıyorlar. Sendikal yapılara olan güvensizlik ve sendikaların yeni gelişen işçi sınıfını kucaklayamaması, “sendika” dışı ancak sendikal örgütlenme formları olarak sayılabilecek yeni emek örgütlenme girişimlerine ve arayışlara neden oldu.

Bu arayışların henüz kitlesel bir işçi örgütlenmesi ve işçi hareketine yol açtığı söylenemese de, arayış içinde olunması hali bile sendikaların ve bir bütün olarak emek hareketinin yeniden yapılanmasına olan ihtiyacı göstermektedir. Bu yapılanma nasıl olacak sorusu ile bir sonraki yazımızda devam edilecek.

(Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu