GüncelMakaleler

SENTEZ | Ortadoğu: İşgaller Artıyor, Direnişler Genişliyor

"Egemenlerin çarkına çomak sokan, saldırı pozisyonunda olan bir çizgi haklı mücadelesini büyütebilir. Kürdistan ve Filistin'de yürütülen direniş bu temelde var olduğu için kırılamamakta, TC ve İsrail egemenlerine deyim yerindeyse kök söktürmektedir. Egemenlerin kıramadıkları irade, karşı koyuş temelinde ve aktif gerçekleşen direniş geleneğidir"

Kürdistan ve Filistin… Ortadoğu’da iki direniş alanının öne çıkması şüphesiz tesadüf değildir. Kendi devletlerini kurma haklarının gasp edilmesinin de ötesinde inkâr, ilhak ve işgal edilen topraklarıyla direnişin de merkezi haline gelmişlerdir. Kürdistan’da gerillalar eliyle sürdürülen kırk yıllık mücadele Rojava’da devrim kazanımı ile yeni bir aşamaya geçti.

Yarım asrı aşan direnişi ve çocuk generalleriyle sembolleşen Filistin’de direniş, tüm handikaplarına rağmen devam ediyor. Bu saldırıları gerçekleştiren Türk ve İsrail egemenlerinin amaçları, işgal alanlarını genişletmek, işgalleri kalıcı hale getirmek ve dünya çapında sürdürülen ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerini Ortadoğu cephesinde geriletmektir. Bu amaçla Türk devleti 5 Ekim’den beri Rojava’ya saldırılarını büyük oranda artırdı.

İsrail’in yıllardır sürdürdüğü katliam, talan ve demografik değişim stratejisine karşı Filistin halk güçleri de 7 Ekim’de sınırları aşarak karşı operasyon ile cevap verdi. Bu haklı karşı hamle karşısında acizleşen İsrail devleti, “savaştayız” naraları ile karşı saldırı başlattı.

Türk ve İsrail devletlerinin bu anlamda sicilleri, hedefleri ortaktır. Halk düşmanlığı kampında koç başı güçler konumundadırlar. Bu bağlamda özellikle Arap ve Kürt halkının kendi gelişim dinamikleri önüne büyük engeller konulmaktadır. Her iki devletin elbette Kürt ve Arap ulusları içinde işbirliği yaptıkları kesimler bulunmaktadır. Bunların başında Kürtler içinde KDP (Barzani aşireti), Araplar içerisinde de mevcut Arap devletleridir. Hemen hemen tüm Arap devletleri haklı Filistin davası karşısında ihanet çizgisinde konumlanmaktadırlar. Suudi Arabistan’dan Mısır’a, BAE’ye (Birleşik Arap Emirlikleri), Yemen’e diğer Kuzey Afrika ülkelerine kadar tüm devletler, ihanetlerine İsrail ile “normalleşme” politikasını da eklemiş oldular.

 Güncel saldırılar…

Gerilla karşısında giderek acizleşen Türk devlet gerçekliği, daha görünür hale gelmektedir. HPG gerillalarının Ankara İçişleri Bakanlığı’nda yaptıkları eylem, Türk egemenlerini şoka uğratmıştır. Yaşanan bu şok karşısında AKP-MHP iktidarı, Hakan Fidan nezdinde Rojava’ya saldıracağını duyurdu. Bu ilanın en önemli yanını, sivil hedeflerin vurulacağının duyurulmasıdır. Bunun anlamı ise TC devletinin ne denli bir çıkmaz içinde olduğunun teyit edilmesi anlamına gelmesidir. Amaçlanan kara harekatının olmayışı, TC komprador burjuvazini ve devletini hiddetlendirmekte, söylemlerinin boşa çıkmasına, inanılırlığının azalmasına sebep olmaktadır.

Bu nedenle büyük oranda hava saldırıları, top ve obüsler kullanılarak Rojava halkının yaşam alanlarına zarar verilmek istenmiştir. Şu anki bilançoya göre Rojava’da 120’ye yakın bölge bombalanmıştır. Bu saldırılarda onlarca sivil katledilmiştir. Birçok hastane, elektrik üretim tesisi, gıda ambarı, su ve petrol istasyonları, sivil yaşam alanları, cephe hatları vs. bombalanmıştır. Saldırılar, ekonomik olarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim alanında yaşayan halkın Rojava Devrimi ile olan bağlarını zayıflatma amacı gütmektedir. Çok iyi bilinmektedir ki, bölgede su, petrol, gıda vb. temel gereksinimler konusunda büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Ancak bu sorunların çözümü için yoğun çaba içinde olan Özerk Yönetim ve QSD (Suriye Demokratik Güçleri), elinden geleni yapmakta, belli başarılar da elde etmektedir. Devrimin sistemleştiği her gün, soykırımcı TC devleti açısından büyük bir kayıp anlamına gelmektedir. Bu amaçla saldırıların en temel hedefi devrimin bastırılması, başarılamıyorsa yıpratılmasıdır.

Der Zor’da çetelerin kışkırtılması, sahada örgütlenen MİT ajanları, işgal saldırıları, tehditler, uygulanan ekonomik ambargo, Habur suyunun kesilmesi gibi uygulamalara rağmen güçlenen bir Özerk Yönetim gerçekliği karşısında, TC’nin ikinci Lozan hayalleri giderek sulara gömülmektedir. Buna karşı faşist TC’nin verdiği en temel refleks elbette işgali genişletmek, saldırıları büyütmektir. Saldırılar, Efrîn’den gerilla alanlarına dek uzanmakta, Rojava, Şengal, Süleymaniye ve Mahmur da bu saldırı hattına eklenmektedir. Saldırılar karşısında Kürt halkının özgürlük mücadelesine sahip çıkması, TC’yi daha fazla saldırgan pozisyona sürüklemektedir.

 Dışarda savaşma ve içerde “temizleme” diyalektiği

TC, dış politikada Kürdistan’ın işgalini ve Ortadoğu ve Kafkaslar’da yayılmacılığı esas alan bir çizgide ilerlerken, içerde ise tüm devrimci-demokratik kesimlere, işçi sınıfına, ezilen tüm kesimlere dizginsiz bir şekilde saldırmakta, demokratik hakları budamakta, işçi ve emekçilere uygulanan sömürü mekanizmalarını güçlendirmekte ve kadın ve LGBTİ+lara yönelik saldırılarını/katliamlarını büyütmektedir. Bu, dış politikanın pürüzsüz ilerlemesi için iç sahanın “temizlenmesi” olarak karşımıza çıkmaktadır.

TC egemen sınıfları, dışarda büyük “seferlere” çıkarken, arka bahçede hak arayanlara karşı muazzam bir baskı politikası uygulanmaktadır. Tersi olarak içeride hakimiyet kurmak içinde dışarda savaşmak durumda kalınmaktadır. Bu iki siyaset birbirini beslemektedir. Bu politikanın en temel harcı ise şovenizmdir. Bu temelde halk, egemenlere yedeklenmektedir. AKP-MHP kliği bu temelde yerel seçimlerde metropolleri kendi denetimine tekrar almak istemekte ve gücünü pekiştirme derdindedir. Şimdilik bu konuda önemli psikolojik üstünlük elde etmiş durumdadır.

 İhanetin adı: KDP

TC egemenlerini en temel çıkmazı ise gerilla karşısında yaşanan ve giderek daha fazla derinleşen başarısızlık durumudur. Bu durum karşısında Kürt ulusu içinde işbirlikçi konumda bulunan Barzani kliğinin desteğine muhtaç haldedir. Salt gerilla alanlarına yönelik bir ihanetten bahsedilemez. Yaşanan ihanetin kapsamı çok daha derindir.

KDP çizgisinde Rojava’da bulunan ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ve türevlerinin güçlendirilmesi de bu siyasetin en önemli ana halkasıdır. Ankara katliamının değerini düşüren “PKK saldırmasaydı TC Rojava’ya saldırmayacaktı” vb. yalan ve dezenformasyonlarla Gerilla güçlerinin Kürt halkı üzerindeki ideolojik ve politik etkisinin zayıflatılması, gerillanın halktan yalıtılması amaçlanmaktadır. Bu saldırılara çanak tutan KDP ihanetinin halka vereceği hesap giderek kabarmaktadır.

 Boyun eğmek yok, karşı saldırı var

Rojava halkının öz gücü olan QSD, yapılan saldırılara karşı misillemelerde bulunduklarını, şu ana kadar TC ordusuna kayıp verdirdiklerini açıkladı. Bu tutum halkın savunulması bakımından, TC saldırılarına boyun eğmeyeceklerini göstermesi ve ihanet çizgisinde seyreden güçlere karşı tavır bakımından oldukça önemlidir. TC’nin tüm teknolojik üstünlüğü ve tehditleri karşısında savaşan, karşı koyan ve savunma temelli misillemelerde TC ordusuna kayıp verdiren bir QSD gerçekliğinin olması, TC egemenlerini düşündüren bir başka etmendir.

Son saldırıların esasta sivil halka yönelik olması, bunun açıktan dillendirilmesi karşısında da, kendi emperyal çıkarlarına zarar vermediği sürece emperyalist güçlerin herhangi bir tepkisi olmamaktadır. NATO, AB, ABD ve diğer emperyalist güçler bu katliamları açıktan onaylamaktadırlar. Bu durum yaşanan dalaşlar ekseninde sürdürülen saldırıları artıracaklarını, savaşların kaçınılmazlığını gözler önüne sermektedir. Artık “timsah gözyaşlarına” gerek yoktur. Emperyalist güçler saldırı pozisyonunu güçlendirmiştir.

 Rojava direnirken Filistin…

5 Ekim’de TC Rojava’ya savaş açmışken, İsrail devletine büyük bir şok yaşatıldı. En güçlüsü Hamas olan, Filistinli direniş örgütleri, İsrail’e karşı Aksa Tufanı Operasyonu yaptığını beyan etti. Binlerce füze ile meşhur “demir kubbe” savunma mekanizması yerle bir edildi. Sınırı aşan Hamas güçleri, birçok İsrail askerini esir aldığını duyurdu. Egemenlerin İsrail nezdinde, ezilen halkların ve güçlerinin ise haklı Filistin safında yer almaları ise gecikmedi.

Bu ezen-ezilen savaşının günümüz dünyasındaki tezahürüdür. TC egemenlerinin görünürde Filistin halkı, ancak gerçekte İsrail devleti ile olan yakınlığı giderek daha açık hale gelmiştir. İsrail’in yıllardır uyguladığı katliamlarına, baskılarına, demografik yapıyı değiştirme stratejisine, Filistin kentlerinin yıkılmasına ve Filistin’in meşru halk güçlerini “terör gurupları” olarak yaftalamasına karşı TC’nin esasta itirazları yoktur.

Tek yapılan şey, faşist R.T.Erdoğan’ın dini ve Filistin halkının meşru mücadelesini istismar etmek, bu yolla Ortadoğu’da etki alanını, sömürü alanlarını genişletmektir. Filistin “sevdası” bu amaca hizmet ettiği sürece dillerde pelesenk olmakta, Rabia işaretleri türetilmektedir.

Ancak bugün açısından TC egemenlerinin İsrail saldırılarına karşı söylemde “itidal” çağrısı, gerçekte ise İsrail katliamlarına karşı sessiz kalmalarıdır. Çünkü uygulanan İsrail egemenlerinin ezilen halka karşı saldırılarıdır, kurtuluş mücadelesinin bastırılmasıdır. Filistin’in kurtuluşu, Kürdistan’ın kurtuluşunun önünü açacağından, buna etkide bulunacağından TC egemenlerinin gözlerini korkutmaktadır. Bu anlamıyla Filistin’in haklı mücadelesi ezilenlere güç verirken İsrail ve TC egemenlerine ise korkudan başka bir şey vermemektedir.

TC egemenleri, karakteri gereği Ortadoğu’da ezilen halkların kurtuluş mücadelesinin karşısında yer almak zorundadır. İsrail’in saldırıları Ortadoğu egemenlerini rahatsız etmektedir. Egemenlerin temel rahatsızlığı Ortadoğu’nun ezilen halklarının Kürdistan ve Filistin’e yönelik saldırılarından kendi egemenlerine karşı tavır almalarıdır. Bu amaçla Arap Birliği ülkeleri bir yandan “normalleşme” ihanetinde siyaset yürütürken diğer yandan Filistin’in direnişi konusunda, direnişi pasifleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu onların işbirlikçi karakterlerinin bir uzantısıdır.

Batı modernizminin savunucusu tasfiyeci, liberal kesimler İsrail’e yönelik direnişi itibarsızlaştırmak için, Hamas gibi İslamcı militanların sivil halka karşı işkence ve kadınlara yönelik cinsel şiddet eylemlerini kullanmaya çalışılmaktadır. İsrail’e yönelik sonuna kadar haklı olan bir savaşın içinde bu tür bir şiddet “ama’sız-fakat’sız” kabul edilemezdir. İster asker ister sivil olsun kadın esirlere yönelik cinsel şiddet, tecavüz vb. Filistin halkının ezilmişliğinin yarattığı öfkeyle açıklanamaz. Diğer yandan, Filistin direnişçilerini DAİŞ terörüne benzetmek de sapla samanı birbirine karıştırmaktır. Filistin halkının meşru direnişini itibarsızlaştırmaya çalışmaktır.

 Pasiflikten aktifliğe, savunmadan saldırıya, eylemsizlikten direnişe…

Ezilenler cephesinde durum netliğe kavuşmuştur. Kurtuluşun temelini savunma temelli örgütlenmeler oluşturamaz. Ezilen halkların kurtuluş mücadelesinin temelini egemenlere karşı yükseltilen aktif mücadele oluşturur.

Emperyalist güçlerin, bölgesel işbirlikçi egemenlerin varlığı, yürütülen pasif mücadelelere, ya da halkın örgütsüzlüğüne bağlıdır. Örgütsüzlük hali, mevcut örgütlenmelerin pasif çizgide konumlanma hali, egemenlerin can suyudur. Egemenlerin çarkına çomak sokan, saldırı pozisyonunda olan bir çizgi haklı mücadelesini büyütebilir. Kürdistan ve Filistin’de yürütülen direniş bu temelde var olduğu için kırılamamakta, TC ve İsrail egemenlerine deyim yerindeyse kök söktürmektedir. Egemenlerin kıramadıkları irade, karşı koyuş temelinde ve aktif gerçekleşen direniş geleneğidir.

Her direniş elbette egemenlerin karşı saldırılarını koşullar. Egemenlerin bu saldırıları ise yeni ve daha güçlü direnişleri bağrında taşır. Bu temelde TC egemenlerinin korkusu olan birleşik devrimci mücadelenin aynı temelde örgütlenmesidir. Bu anlamda savaş koşullarına uygun olarak yeni bir sürece girmeye, bahsi geçen temelde örgütlülükleri güçlendirmek her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Anın görevi, saldırılara karşı omuz omuza aktif direniş ve saldırı hattı örmektir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu