GüncelKültür&Sanat

Röportaj  | Ayşegül Yalçıner: “Ürettikçe varız! Sahneye çıktıkça varız!”

Kadıköy Halk Tiyatrosu oyuncularından Ayşegül Yalçıner ile son olarak rol aldığı Celile oyunu; pandemi koşullarında tiyatro emekçilerinin yaşadığı zorluklar, Türkiye koşullarında sanata ve sanatçıların özgür sanat yapabilme taleplerine dair bir röportaj gerçekleştirdik.

Kadıköy Halk Tiyatrosu oyuncusu Yalçıner: “Sahneye çıkamamak çok acı veren bir süreçti. Ama sonra bu umutsuzluk ve depresif ruh haliyle yaşama devam edemeyeceğimize karar verdik. Çünkü üretmezsek yok oluruz. Ürettikçe varız” dedi.

 

– Öncelikle kendinizi tanıtarak başlar mısınız? “Celile Hanım” kimdir ve sizde ilgi uyandıran özelliği nedir?

– Ben Ayşegül Yalçıner. İstanbul doğumluyum. Yaklaşık 15 yaşından beri tiyatro yapıyorum. Bu da 1999 yılından beri durmadan tiyatro yapmama tekabül ediyor. Kadıköy Halk Tiyatrosu’nu 2016 yılında Ali Yalçıner’le birlikte kurduk. Sosyal derdi olan oyunlar yapmayı tercih ediyoruz. Yıllardır özel tiyatrolarda çalıştım. Ve sonunda kendi anlatmak istediğim hikayeler olduğunu fark edip Kadıköy Halk Tiyatro’sunu kurmaya karar verdik.

Celile Hanım’ı tanımlarken Nazım Hikmet’in annesi diyoruz. Ya da Yahya Kemal’in sevgilisi diyoruz. Hani hep bir erkek üzerinden tanımlamaya gidiliyor. Çünkü Celile Hanım’ı çok fazla insan bilmiyor maalesef. Celile Hanım kimdir? İlk Türk ünlü kadın ressamıdır. Çok cesur bir kadın. Yani zamanına göre çok ileride bir kadındır. Cesur olması, oğlu için her şeyle, sistemle mücadele etmesi, güçlü olması ilgimi çekti açıkçası.

– Celile Hanım’ın size kattığı deneyim hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?

– Hani deriz ya; bir roman okudum, hayatım değişti, bir film izledim hayatım değişti diye ama bir oyun için; bir oyunu oynadım ya da bir karakteri canlandırdım ve hayatım değişti olgusunu çok düşünemiyorum. Sadece benim için, bir kadın oyuncu olmak, kadın hikayelerinin ön plana çıkması açısından çok değerlidir. Bana kattığı şey derken; bir kadını dillendirmek sahne üzerinde, canlandırmak… İlk başlarda çekindim açıkçası; çünkü Nazım severler ya da tarihe dair araştırma yapmış insanlar belki ön yargıyla yaklaşırlar diye. Ama oynadıkça, sahne üzerinde insanların sahne üzerinde tepkisini gördükçe iyi ki Celile’yi tercih etmişiz diyorum.

 

“Pandemi süreci özel tiyatrolar için çok zordu!”

– Bir yılı aşkın bir süredir pandemi koşulları devam ediyor. Bu koşullardan tiyatrolar ve tiyatro oyuncuları da etkilendi. Bu noktada düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

– Pandemi, bütün dünya için çok zor bir süreç. Ama özel tiyatro yapan insanlar için çok daha ağır bir süreçti. Etkileri geçmiş de değil henüz. 2020 Mart’ta başladı ve biz bir anda ne yapacağımızı bilemez bir hale geldik. Özel tiyatro yaptığımız için sahneye çıktıkça para kazanıyoruz. İşin maddi bir boyutu ve manevi boyutu var. Sahneye çıkamamak çok acı veren bir süreçti. Ama sonra bu umutsuzluk ve depresif ruh haliyle yaşama devam edemeyeceğimize karar verdik. Çünkü üretmezsek yok oluruz. Ürettikçe varız. Sahneye çıktıkça varız. Ve Celile’yi bütün pandemi koşulunun getirdiği zorluklara rağmen sahneye koymaya karar verdik. Prova aşamasında “oynayacak mıyız, ne kadar oynayacağız, ne zaman sahneye çıkacağız” vb. bunların hepsi benim açımdan bilinmez bir haldeydi. Ama yine de “o karakteri yaratmam lazım, sahne üstünde olmam lazım” motivasyonuyla devam ettim. Sonrasında Kasım 2020’de Celile’nin prömiyerini yaptık.

Kısıtlamalar geldi, sokağa çıkma yasakları geldi ve bunlardan ötürü oyun programımızı gerçekleştiremez duruma geldik. Çünkü saat kaça ben oyun koyacağım, normalde saat 20.30’da oyun ve hafta sonu sokağa çıkma yasağı var gibi sıkıntılar baş gösterdi. Ardından üç farklı kamerayla online gösterime özel bir çekim yaptık. Onu bölüp film gibi montajını yaptık. Ve o online gösterimlerle hayatımıza devam ettik. Oradan satılan biletlerle yani. Çünkü tiyatrodan başka bir mesleğimiz yok.

Duvara toslamış bir haldeydik. Sonrasında kısıtlamalar geçti; aşı geldi ve biz tekrar sahnelere döndük. Kapalı sahnelerde de, açık hava sahnelerinde de oynuyoruz. Bir taraftan şöyle hissediyorum; seyirci kapalı alana girmekten korkuyormuş gibi. Ama insanlar emin olsun ki, tiyatro salonları AVM’den ya da uçakla seyahat etmekten daha sterildir. Ona göre havalandırma yapılıyor örneğin.

Pandemi sürecini birçok meslektaşım çok ağır yüklerle geçirdi; kimisi yeni oyun yapamadı ve online gösterim de yapamadı. Bu hakikaten çok can sıkıcı bir süreç. Umarım bir an önce etkileri geçer ve bizler yine kendi özgürlüğümüzle yaşamaya devam ederiz.

 

“Yaptığımız işin sansürü olmaması lazım!”

– Türkiye’de sanat ve sanatçıların genel durumu, oyuncuların sendikalaşma ve özgür sanat yapabilme talepleri hakkında bir değerlendirmede bulunabilir misiniz?

– Türkiye’de tiyatrocuların birleşmesi, bence solun birleşmesi kadar imkansız. Çünkü tiyatrocularda farklı bir ayrımcılık söz konusu. Kimisi kendisini tiyatro gurmesi ilan ediyor, “en iyi tiyatroyu ben yapıyorum” diyor; kimisi popülist bir yaklaşımla ilerliyor, televizyonda dizi oyuncuları ve mankenlerin sahneye çıktığı projeler yapıyor; kimisi alternatif tiyatro yapıyor, yüksek sanat yapıyor, “en iyisini ben yapıyorum” anlayışıyla yaklaşıyor. Böyle olduğu için sendikalaşma ve birleşme çok da olası görünmüyor maalesef.

Keşke herkes iyi niyetli yaklaşabilse ama kötü niyetli meslektaşlarımız da var. Mesele, “yaptım oldu ve ben mükemmeli yapıyorum zaten” olmamalıdır; “hep daha iyisini yapmalıyız ve birbirimizi geliştirmeliyiz” olmalıdır. Herkes kendi yaptığı işi yapıyor olabilir ama şu algıdan uzaklaşmak gerekiyor bence; “Kimse kimsenin rakibi değil yani ben bir iş yaparken sadece seyircinin kalbine, aklına ulaşmayı hedefliyorum. Benim derdim, daha çok insana ulaşmak.” “Bu işi en iyi ben yapıyorum” algısıyla yaklaşmayı doğru bulmuyorum hiçbir zaman.

Sendikalaşma keşke olsa. Bir takım sendikalar var evet; Oyuncular Sendikası, Sine-Sen ve DİSK’in sendikası vardı. Ama insanlar biraz bireysel yaklaştığı için sendikalaşma da iyiye gitmiyor. Ufak bir örnek vereyim; mesela bir sette kamera arkası çalışma koşullarından muzdarip ve o koşulların iyileştirilmesi için greve gidiliyor, iş bırakılıyorlar, set durduruluyorlar ama sonrasında yapımcı, “bu ekip gitsin, yeni ekip gelsin” diyor. Yani herkesin bir alternatifi var.

Sanatın özgürleşmesi de nasıl olur? Birey olarak özgürleşmemizle olur bence. Ben “daha çok para kazanma odaklı olmalıyım” düşüncesinden çıkıp gerçekten “bu işin özü ne ve daha çok insana nasıl ulaşabilirim” üzerinden düşünmeyle olmalıdır. Maalesef ki zaten ülkede baskı almış başını yürümüş. Müthiş bir korku da var. İnsanlar adının çıkacağından ya da mimleneceğinden korkuyor. Bu baskı dolayısıyla bir daha iş yapamayacağından, iş bulamayacağından korkuyor. Halbuki yaptığımız işin sansürü olmaması lazım. Sanatçılar tarafından kendi kendimize oto-sansür uyguluyormuşuz gibi hissediyorum. Gerçek düşüncemizi, gerçekten yapmak istediğimizi şeyleri değil de piyasa üzerinden ne isteniyorsa onu yapıyormuşuz gibi hissediyorum bazen. Bu çok acı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu